Duygularını dışa vurmadan, belli etmeden günlük yaşamını normale yakın bir şekilde sürdürmeye çalışan kanserli hasta varken, bir diğeri kendini izole edip bambaşka bir kişilik altında yakınlarından uzak durarak ara yere kalın duvarlar koyabiliyor.

Bazı kanser hastaları kolay olmasa da kadere, kedere aşırı gömülmeyip yapması gerekenleri planlayabiliyor ve bunu sevdikleriyle paylaşıyor. Onlardan kopmuyor.

Bir başka örnek ise, iç dünyasına kapanıp yürek acılarını gözlerindeki hüzünle ifade edenler.

Hastaların bir kısmı sevdiklerinin onunla bazı şeyleri paylaşmasına, onun yokluğunda yapılması gerekebileceklerin konuşulmasına asla izin vermiyor.

''Yaşamdan ben ayrıldıktan sonra geride kalanlar ne yaparlarsa yapsınlar'' diye düşünülüyor belki de.

Tüm bu davranışlar hastalığın farklı dönemlerinde olabildiği gibi genelde kabullenme döneminde önemli boyutlarda ve değişik klinik bulgular şeklinde ortaya çıkıyor.

İletişimden kaçan hastaların tercihlerine, ara yere duvarlar koymasına yakınlarının her ne kadar zor bir durum olsa da saygı göstermesi gerekiyor.

Hastalardaki davranış değişiklikleri ve üstesinden gelemedikleri ağır psikolojik sorunlar karşısında en doğru yaklaşım kabul ettikleri takdirde bir hekimden destek almalarıdır.

Bireylerin ayrı ve kendine özgü bir kişilik yapısı söz konusu olduğundan kanser psikolojisindeki bulgular da çok farklı oluyor doğal olarak.

Yaşamdan kopmadan sessiz-sakin görünerek içindeki fırtınaları bastırmaya çalışırken, hüznü engelleyemeyen örneği Paris Curie Hastanesinde bir hekimde görmüştüm.

Göreve başladığımız temmuz ayında direktör Dr. Courtial'ı ziyaret etmek istediğimizde izinli olduğu için görüşememiştik.

Ağustos sonunda bir gün bizi ofisinde beklediği haber verildi. 

Ziyaretimizde kendisini biraz zayıf bulduğumuzu söylediğimizde;

''Midemden rahatsızım, pek yemek yiyemiyorum'' demişti.

Daha sonra hekim arkadaşlardan Courtial'ın birkaç ay önce mide kanseri operasyonu geçirdiğini üzülerek öğrenecektik.

Eylül ayı ortalarında bir gün sekreteri arayarak Dr. Courtial'ın eşiyle beraber bizi Fontainblau'ya götürmek istediğini söyledi.

Birlikte yemek yiyip Napolyon'un yaşadığı sarayı ve çevresini neredeyse gün boyu dolaşmıştık. 

Odasına onu ziyaret ettiğimiz gün hastalığının detayından hiç bahsetmemiş belki de bizi üzmek istememişti. 

Ancak çok soluk olan yüzünde ve griye çalan gözlerinde 'Derin Bir Hüzün' fark ediliyordu.

Aynı insan, aynı hekim bildiği, yaşadığı kanserin ağır psikolojisine karşın iç dünyasındakileri bastırarak dostu ve meslektaşı bizi o yöreye götürmüş, gezdirmiş ve ağırlamıştı.

Ülkemize döndükten birkaç ay sonra vefat ettiğini acı haberle öğrendik.