Dünya kaç tanedir diye sorulsa: ''Böyle soru olur mu? Elbette bir'' deriz.
Ancak bu soru yıllar önce ülkemizin çok değerli ve önemli tıp bilimcilerinden Akil Muhtar Hocaya sorulsaydı:
''Ne kadar insan varsa o kadar dünya var'' derdi.
Gerçekten de bir insan öldüğünde onun var olan dünyası çökmüyor, yok olmuyor mu?
Hastalık sanki böyle bir dünyanın sarsıntısı, şifa ise, sarsıntının ve çökmenin uzaklaşmasıdır.
Hastaneleri bilir misiniz?
Koridorlarda, odalarda, koğuşlarda, ameliyathanelerde kucaklar dolusu yaşama umudunu kelebekler gibi oradan oraya koşturarak taşıyan yardıma her an hazır hekimler, hemşireler ve diğer sağlık elemanları yanı sıra yataklarında sessiz ve hüzün içinde yatan, çeşitli hastalıkların yatağa serdiği insanlar, insancıklar...
Ah! Hele bu insanların umut, korku, endişe ve acıyla yanıp sönen gözleri ve de kahreden bakışları...
Doğum salonlarının yanından, yakınından geçerken bu aleme gözlerini yeni açan bebeklerin sanki dünyaya gelişin sevincini belirten çığlıklarını duyarsınız.
Biraz sonra ağır hasta koğuşlarında kulaklarınız, yatışmayan acıların doğurduğu yürek parçalayan kesik iniltileri işitecektir.
Şifa ile boşalan yatakların yerine yeni umutlarla gelip yatan hastalar ve bir anda var iken bir anda olup sonsuzluğa geçenlerin boşalttığı bomboş yataklar gözlerinizi buğulandıracaktır.
Biz insanlar hem çok dayanıklı hem çok dayanıksızız.
Kafasının tepe kısmında deri ve kemiği tamamen harap olmuş, yara altından beyini görülen bir hastanın sessiz ve boynu bükük bunu kabullenişi, vücudunu kaplayan yaygın ağır yaralara dayanan hastanın uslu ve uysal durumu sizi çok şaşırtacak ve sorgulatacaktır.
Yaşam böyle bir şey...
Çelişkiler içinde olan insan bir gün dağ ihtişamında, bir gün sıfır.
Bir gün aslan peşinde bir gün aslana av.
Zamanında görkemli bir dönemin padişahı Kanuni'nin hasta yatağında söylediği:
''Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi'' sözleri de sağlıklı olmanın önemini anlatmıyor mu bize?