(Mutlaka devletin el atması gereken bir konu.. En iyi çözümler üreten illerin başında da İZMİR geliyor)
Bu yazı benim asıl yazmak istediğim konunun girizgahı. Uzun olmasın diye yazımı birkaç bölümde hazırladım:
Çocukluğumda arkadaşlarımın evine oynamaya gittiğimde, evlerde sıklıkla evin yaşlısı olurdu. Ya bir köşede yastık misali oturur, biraz daha hallice evlerde ona bir oda verilmiş olurdu.
Genellikle perdeleri yarı kapalı, puslu bu odada yatan ya da oturan yaşlı, uyuklamıyorsa bize küskün küskün ve dilsiz gibi sessizce bakardı.
Kim bilir ne tür derdi vardı, o zaman bilemezdim tabii. Bildiğim ve unutmadığım şu ki, kaldıkları o odalarda, şimdi tarifini yapamayacağım garip bir yaşlı kokusu olurdu. Yorgun bakışları anlamsız; buruşuk yüzleri mimiksiz bu dedelerden, ninelerden çekinirdim.
Korkmak anlamında değil; sadece bana ‘bizden değillermiş’ gibi gelirdi.
….
Bu yaşlılık işi kafamı uzun zamandır kurcalıyor. Çünkü kime sorsam,
‘Çocuklarımın eline bakmayacağım, onların hayatına engel olmak istemiyorum’ diyor. ‘Kararım bir huzurevinde yaşamımı sürdürmek.‘
Bunu belki elli kişiden duydum ama, bir tane harekete geçen olmadı! / Ben de bu gruba dahilim.
‘’Daha erken… Elim ayağım tutuyor.’’ Diyor tamamı.
Oysa, huzurevi hazırlığını yapmak ve bir yere yerleşmek zamanı… Her an, her şey olabilecek yaşlar bunlar… Olmasa bile, olacağı güne hazırlıklı beklemek önemli.
Henüz el ayak tutarken, akıl baştan tam gitmemiş ama ufak tefek unutkanlıklar ve dikkatsizlikler başlamış, mafsallar ağrılı, oturup kalkarken, merdiven çıkarken zorluklar … Bunların hepsi sinyaller… Yani, huzurevi kararı enerjili ve hayatın tadı çıkarırken olmalı, ki, bakım isteyecek bir sağlık sorunu olduğunda, yaşlı kişi emin ellerde ve çocuklarının ellerine kalmadan yaşamını sürdürsün. Çünkü evlatlar, şimdi aklı başında verilen karar için bir şekilde bu fikre alışabilir ama, yatalak veya engelli olunduğunda, anayı- babayı bir bakımevine verme konusunda vicdanen rahat olmayacaktır.
Huzurevi fikri huzursuz evi olur çıkar.
Kısacası, önce sağlıklıyken, HUZUREVİ'nde bir yaşam başlatılmali ki, bir BAKIMEVİ gerektiğinde çocuklarımız da suçluluk duymasın.
Şimdi gelelim evde bakım konusuna.
Uzun zamandır, gözlem yapıyorum. Ayrıca araştırdım, okudum. Çok kişiyle görüştüm. Tespitlerimi paylaşacağım. Bu konuda bana katılmayan çok kişi olacak. Çünkü hiçbir kimse ’’annem , babam bana yük oldu,’ demeyecek. Elbette o kelime kullanılmayacak ama şu da bir geçek ki, konuştuğum bir çok kişinin hayatı, yolundan sapmış, yön değiştirmiş, bazılarının hayalleri yarım kalmış, bir çok aile kavgası olmuş, birbirini çok seven kardeşler arasında küslükler oluşmuş, ya da bu sorumluluk ailede tek kişiye kalmış, diğerleri sefaya dalmış. Vs… vs…
Siz ne derseniz deyin, yaşlı bakımı konusu, küçük aile içinde de, büyük aile sınırlarında da SORUN olmuş durumda.
İşin bir de zorunluluk tarafı var. Özellikle kırsalda ana babaya bakmak, ya kıza, ya geline düşer. Kültürümüzde bu konuda şikayet etmek caiz değildir. O nedenle, o kesimin görüşünü almak pek mümkün değil. ‘Ayrıca bir çoğu da, aynısı ileride kendisine yapılacak ve bakılacak diye ses çıkarmaz.’
Bu son cümlem, günümüzde bazı /birçok olgun yaştaki modern kadının dahi beklentisidir. Aramızda tahmininizden çok vardır. ‘’Ben onu besledim büyüttüm, o da tabii ki bana bakacak’’ diyen anne babalar… Bu beklentinin o evlat için nelere mal olacağını düşünmeyen benciller…
Bir de ‘gizli’ bir beklenti içinde olanlar var tabii.
Bu araştırma/ yazı, toplumuzda önemli bir konuya ayna tutmak için yazılıyor. Bu aynayı kendimize de tutabiliriz, farklı fikir üretebilir, karşı da çıkabiliriz.. Çok kişi sorulduğunda gerçeği söylemiyor.
Şimdi…
Uzun ve renksiz yaşatmaya çalışmak mı önemli?
Kalan yaşamı kaliteli ve keyifli yapmak mı önemli?