Güney Slavları’nın özellikle 2.Dünya Savaşı’nda karargahı olan Saraybosna, Bosna Hersek'in başkentidir. Osmanlı’nın Balkanlara  yerleşmesiyle daha önemli olmuş kah eyalet başkenti, kah sancak olmuş, 1461-1878 yılları arasında Osmanlı, Habsbourg Hanedanlığı 1918’de bitmiş, Yugoslavya Krallığı ,2.Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde Yugoslavya Federal Uumhuriyeti’ne katılmıştır. 1992-95 tarihin en uzun konvansiyonel  kuşatmasına rağmen, yıkılmış ama geçit vermemiştir. Bir şehir düşünün ki, kendisini kuşatmış Sırp ordusuna; Sırp, Boşnak, Hırvat dahası Sarajevo’da doğmuş tüm Saraybosnalıra karşılık vermiştir. Hafızalarınıza kazınan, pazaryeri katliamı ve keskin nişancı Sırp çetniklerin görüntüleriyle bütünleşmiş bir Saraybosna gelir.
 
Mostar’dan sonraki durağımız Saraybosna'ya, en uzun caddesi ''Bosna’nın Ejderhası''  Zmaj od Bosne’den Başçarşı ya uzanırız. Yol boyu ,kuşatmada hayatını kaybetmiş çocukların, eldivenleri, eşarpları, şapkalarının bulunduğu bir müzenin duvarında sergilenirken içiniz ürperir .Evet, savaş en çok çocuklar ve kadınları etkiler sözü adeta doğrulanır bu müzenin ana caddeye bakan yüzünde. Balkanların Kudüs'ü Saraybosna 2.Dünya Savaşı’ndan sonra bu kimliğini de kaybetmiştir .Miljacka Irmağı boyunca giderken, 2.Dünya Savaşı’na vesile olan latin köprüsüne yaklaşılır. Sırp asıllı Gavrilo Princip Hanedan Ferdinand'a burada ateş edecek ve öldürecektir. Sonrası malum, savaş nedeni olacaktır. Vijećnica kütüphanesi yakınında otobüsten inerek Inat Kuca evine bir göz atılıp, Seher Köprüsü üzerin den zamanın en büyük kütüphanesi fotoğraflanır ve Başçarşı’ya varılır. Bu yolculukta kendinizi kentin Osmanlı bölgesinde, sanki Anadolu’nun Bursa'sı, Manisa'sı, Kütahya'sında hissedersiniz. Osmanlı döneminde yapılmış camiler, tekkeler,  hamamlar, köprüler,  medreseler, hanlar, kapıkuleler, saat kuleleri ve konaklar sizleri büyüleyecektir. Adı üstüntünde Başçarşı’ya.. Sebili, Kurşunlu Medresesi, Gazi Hüsrev Külliyesi, Morica Hanı, Bedesteni gezilecek yerlerdir. Osmanlı mahallesinin adeta sınırında Ferhadiye Caddesi başlar ve burası Habsburg eserleriyle adeta sizi Viyana’da hissettirir. Sonsuzluk ateşi, kiliseler, markale pazarı bu bölgededir. Başçarşı’da güzel bir Cevapçici yenir, baklava ya bir Boşnak kahvesi mutlaka eşlik etmelidir. İster közde ister fırında olsun, Boşnak börekleri alınıp sonraki günki uzun Belgrad yolculuğunda azık edilmelidir. Dibek Boşnak kahvesi unutulmamalıdır. Gezi boyunca lokal bir Boşnak rehber bize eşlik eder. Bu zorunlu kural, bazen çok güzel dostlukların oluşmasına vesile olur. Aslen Mostarlı rehberim Adina Puziç ile kahve sonrası ayrılarak otele rahvan olma zamanıdır. Genelde Ilıca bölgesinde konaklanır ve akşam termal bu bölgeyi gezmek isteyenlere de fırsat doğar. Evet Saraybosna hüznün hala iliklerine kadar hissedildiği bir kenttir. Son yıllarda Selefi camilerin sayısı artmış, travmadan kurtulmaya çalışan işsiz gençlik soluğu Avrupa’nın değişik ülkelerinde almaya başlamıştır. Kısacası beyin göçü aktiftir.
 
Tito’yu Saraybosna’ya saklamamın nedeni, Partizanları örgütleyerek müthiş Neretva direnişiyle kendini Yugoslavya’nın tek adamlığına götüren yolu açan coğrafyanın başkenti olmasıdır.
 
1892’de doğan Joseph Bros, On beş çocuklu fakir bir köylü ailenin yedinci çocuğudur. Sloven bir annenin, Hırvat babalı oğludur. Onun için, Hırvat'a göre Sloven, Sloven'e göre Hırvat, Sırp'a, Boşnak’a  göre her ikisidir. Yani, ne Musa ya nede İsa ya yaranmıştır. Ama tek gerçek şudur ki; Balkan nostaljisinde yeri çok önemlidir. Evet bugunün insan hakkı savunucularına, emperyalist Rus ve Amerikan zihniyetine göre diktatör ilan etmek kolaydır. Ama o bir ''GÜNEY SLAVI'' olmakla gurur duymuş, kendi zamanında 4 resmi dil, 3 resmi din, 2 farklı alfabe 20’den fazla etnik grubun savaşmadan başarıyla yaşadığı bir dönemin timsalidir Tito.
 
Kumarbaz bir babanın, Marksist, proleter savaşçı inat oğludur. Metal işçiliğinden, sosyalistliğe uzanan gençlik dönemini birden kendisini 1.Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu saflarında cephede bulmasına neden olmuştur. Moldovya cephesinde esir düşmesi, 3 yıl Çar Ordusu’na karşı savaşması, hayatının kadını Pelagiayla tanıştırmıştır. Yugoslavya krallığında etnik grupların birbirini boğazladığı sırada, İspanya iç savasında Partizan sosyalistlerin geçişini sağlayan yoldaştır Tito. Neretva bölgesinde Nazileri durduran, her görüşten partizanların ordusuna katılarak, 2.Dünya Savaşı’nın bitiminde söz verdiği gibi Belgrad'a da onlarla giren liderdir. 4 Mayıs 1980’de ölene kadar, bağımsız bir Yugoslavya, emperyalizme karşı dik duruşu, 3.Dünya ülkelerine yol gösterecek kadar özgüvenlidir.
 
1978 de bizi de ilgilendiren tarihi konuşması şöyledir;
"Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi ellerimle tutarak değil, alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde de birisi gelip bu görevi benden devralır. Yoksa kristal küremiz yere düşer ve tuzla buz olur. İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması görevi başka bağlantısız ülkelere kalır. Dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya düşer. Anadolu’da Kemalistler tarafından kurulan devletin temel özelliği bağımsızlıktır."
 
Savaş nerede olursa olsun, faşist ve emperyal güçlerin, farklı etnik grupları paravan yapmasıyla başlatılır .Bitirirken Aliya İzzetbegoviç'in bir sözüyle bitirmek isterim. ''Savaş olana kadar hepimiz Yugoslavdık. Sonra Katolikler biz Hırvatız dedi ,Ortodosklar biz Sırpız deyince; biz Müslümanlar da kendimizi Boşnak olarak adlandırdık”.
Haftaya Belgrad yazısında görüşmek dileğiyle.
 
Kalın sağlıcakla…
Yücel Taşyürek
Gezi Rehberi