İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra. Kaliforniya eyaletindeki Hollister kasabasında bir motosiklet yarışı düzenlenmişti. Dönemin Amerikan basını gazete ve dergi satışlarını yükseltmek için bunu bir fırsat olarak görmüştü. Yarış sırasında çıkan bir iki küçük kavgayı geniş çaplı bir ayaklanma olarak pazarlayabilir, hatta masum bir Amerikan kasabasının barbar motorcular tarafından ele geçirildiğine dair korku dolu hikayeler anlatabilirlerdi. Öyle de yaptılar. Hatta bir muhabir hiç üşenmedi, sokaklardan topladığı boş bira şişelerini bir motosikletin etrafına yerleştirip üzerine de oradan geçen sarhoş bir adamı oturttu ve kurguladığı bu sahnenin fotoğraflarını çekti. Bu karelerden biri, paragraflarından salyalar akan bir yazı eşliğinde Life dergisinde yayınlanınca da ayyaş ve serseri motorcu klişesi doğmuş oldu. Fotoğraf öylesine etkili oldu ki motosiklet satışlarının düşmesinden endişelenen Amerikan Motosiklet Derneği çareyi bir açıklama yapmakta buldu. Bu açıklamaya göre Hollister’deki olayların sorumluları, o hafta sonu orada bulunan motorcuların sadece yüzde 1’iydi. Yalan haberler üzerine yapılmış bu açıklama elbette motorcuları öfkelendirmişti. Ayrıca bu söylem, hayali bir yüzde 1’lik azınlık yaratarak onu düşmanlaştırmıştı ki bu motorcuları daha da öfkelendirmişti. Hatta kendilerine yöneltilen bu dışlayıcı tanımı boşa çıkarmak için ona sahip çıkan motosiklet kulüpleri oldu. Uğradıkları ayrımcılığı protesto etmek adına kulüp yeleklerinde, üzerinde %1 yazan bir yama taşımaya başladılar. Böylece, Amerika Motosiklet Derneği’nin de yardımıyla, kanun tanımayan ve toplum dışı olanların toplum içindeki oranı sabitlenmiş oldu: yüzde 1

Türk halkının yüzde 99’unun Müslüman olduğunu iddia eden politikacılarının da dönemin Amerikan Motosiklet Derneği yöneticilerinden bir farkı var mıydı sizce? Sonuçta o politikacılar, Müslüman olmamayı, ülke nüfusunun ancak yüzde 1’ine yakıştırıyordu. Çünkü politikacılar ve destekleyicilerinin bilinçaltında, Müslüman olmayanlar tam da o %1 yaması taşıyan motorcular gibiydi: Kanunsuz ve toplum dışı. Bunun kanıtı da Hollister olaylarından yıllar sonra çekilen başka bir fotoğraftı.

Ülke tarihinde Gezi Olayları olarak bilinen ve dönemin hükümetine karşı yapılan protestoların ülke geneline yayıldığı günlerdi. Her ne kadar, her bir katılımcının sokağa çıkma nedeni ve attığı slogan farklı olsa da Gezi Olayları, özetle şöyle tanımlanabilirdi: Anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüğünün hükümet tarafından yıllardır keyfi biçimde kısıtlanmasına karşı düzenlenmiş, haftalar süren bir toplantı ve gösteri yürüyüşü. Tabii ki bu toplantı ve gösteri yürüyüşü de hükümet tarafından keyfi biçimde yasaklanmış ve orantısız bir polis şiddetiyle bastırılmak istenmişti. Çünkü protesto hakkını elde etmek için protesto düzenlemek de kabul edilemezdi! Ancak göstericilerin, onlara uygulanan aşırı şiddeti hak ettiğini kendi seçmenlerine anlatmak da hükümet açısından önemliydi. Ne de olsa bir sadistler kulübü olarak görünmek istemiyorlardı.

İşte tam da bu noktada bir fotoğraf çıktı ortaya. Protestocuların asla Müslüman olamayacağını hatta en az English Defence League kadar Müslümanlardan nefret ettiklerini iddia edebilmek adına çekilmiş bir fotoğraf. Polisten kaçan eylemcilerin bir süreliğine sığındığı, İstanbul’daki bir caminin zeminine ertesi gün boş bir bira kutusu konulmuş, akabinde deklanşöre basılmış ve bu kare ülkenin resmi haber ajansı tarafından servis edilmişti. Fotoğrafta da görüldüğü üzere, o camide birkaç saat geçirmiş göstericiler, dolayısıyla sokağa çıkmış milyonlarca insan, çok uzaklarda kilise yakan black metal hayranları kadar din düşmanıydı. İnanmayan varsa, elinde o fotoğrafla resmi demeç veren hükümet yetkililerini dinleyebilirdi.

Demek ki takvimler hangi tarihi gösterirse göstersin, ister Hollister ister İstanbul’da boş bira kutuları ya da şişeleriyle kurgulanmış fotoğraflar, yüzde 1’lik azınlıklar yaratmak ve onları düşman ilan etmek konusunda daima işe yarayabiliyordu. Ve bunların ışığında, Türkiye nüfusunun yüzde 99’u Müslümansa yüzde 1’de çapulcu bir motosiklet çetesidir, diye varsaymak o kadar mantıksız görünmüyordu.
Şimdi uzun ve derin düşünüyorum da… Eğer o yıllarda, camideki boş bira kutusu fotoğrafı ve sonrasında gelen benzer içerikli propaganda çalışmalarında ısrar edilmiş olsa Gezi Olayları, dünyanın en büyük satanist ayini olarak insanlık tarihine geçebilirdi. Ama olmadı. Elbette doğrusu da buydu. Hatta sonraki yönetimler böylesi bir yaklaşımı zorlama ve inandırıcılıktan uzak bulmuş olmalı ki Gezi Olayları ülkenin resmi tarihine şöyle geçti. Dünyanın en büyük terör hareketi. Sonuçta, Türkiye’de milyonlarca satanist ya da İslam düşmanı olduğuna elbette kimse inanmazdı. Ama ülkede milyonlarca dış destekli terörist olduğu gerçeğini kimse yadsımazdı. Çünkü bunu yadsımak uzun zaman yasa dışıydı.

Ey Hazreti İnsan kardeşlerim şimdi anlıyor musunuz? Bu senaryoları kimlerin yazdığını! Dış güçlerin kimlere nasıl yardım ettiğini! Bunları dış destek olmadan planlayıp uygulayabilecek kafa var mı? Sizce !

Tüm bunların çözümü, bölünmeden, kamplara ayrılmadan birbirimizi ötekileştirmeden sevebilmekten geçiyor. Yoksa maddi ve manevi yıkıntı çok büyük!…
Işık ve sevgiyle kalın!