Öğle saatini biraz geçmişti. 2021 yaz sezonunun nasıl geçeceğiyle ilgili bir görüşmeden çıkmıştım. Randevulaştığım diğer görüşmeye de tam bir saat vardı. Arabayı park yerine çektim, hemen hesap yaptım: Gidiş yolu onbeş dakika sürse; rujumu sürerken taşırsam, sonra tekrar sürsem falan, kaldı bana kırk dakika.
Peki bu kırk dakikalık boş zamanımı nasıl geçirmeliydim?
Birden bire aklıma, her anketin sonuna iliştirilen “boş zamanlarınızda ne yaparsınız?” sorusu geldi.
Hani o hepimizin anlaşmış gibi yazdığı aynı kalıp cümleler:
Kitap okumak, film izlemek, müzik dinlemek, spor yapmak, sinemaya gitmek…
İster istemez düşünmeye başladım: Pazar günü öğleden sonra, boş zaman olduğunda mı sinemaya gidilirdi, yoksa sinemaya gitmek için mi Pazar günleri mi boşaltılırdı?
Kitap okumak, boş zamanların aktivitesi miydi, yoksa gece yatmadan once, özellikle zaman ayırarak yapılan bir eylem mi?
Yıllar once bir iş görüşmesinde, doldurduğum ankette değiştirmiştim bakış açımın toprağını. Tam da film izlemek yazarken.
O an anlamıştım; sinemaya gittiğim, kitap okuduğum, spor yaptığım zamanların boş olmadığını. Tam aksine o vakitleri yaratan kişinin bizzat ben olduğumu.
İnsanoğlunun aynı anda, aynı miktarda sahip olduğu tek şey zamandı oysa. Eşit dağıtılmış yegane hediyeydi belki de. Kullanmasan bile, biriktiremenin imkansız olduğu bir armağan. Bize düşen tek görev; verilen bu sürenin; ne kadarını, nereye harcayacağımızı planlamaktı.
Çok duyarım sohbet meclislerinde -zamanım yok- cümlesini. Oysa maç izlemeye vakit yaratan da aynı insan, yürüyüşe zamanı olmayan da. İstemiyorum demenin başka şekilde söylenişidir zamanın olmaması.
Bahane kelime anlamının bizzat kökünden türetilmiş bir eylemsizliktir bana göre. Faruk Eczanesi’nin yerini bilmediğimizi söyleyemediğimiz gibi, yasaklı bir başka cümledir istemediğini söyleyememek.
Boş zaman ise; temel ihtiyaçların, hayattaki önceliklerin ve hobilerin ardında kalan, bonus anlamına gelir benim sözlüğümde.
İşte o gün kırk dakikam vardı, hem de bomboş. Bu kırk dakika; zaman uzun süredir görmediğim arkadaşımın kahvesini içmeye gidecek kadar yeterliydi.