(Eral Aytemiz/EGE MECLİSİ)-İzmir’de restorasyon alanında çalışmalarıyla tanınan Umart Mimarlık Yönetim Kurulu Başkanı Mahir Kaplan, göç ile paralel yaşanan çarpık kentleşmenin kentin tarihi değerlerine verdiği zararı anlattı. İşte Mahir Kaplan ile gerçekleştirdiğimiz sohbetten öne çıkan kısımlar… 

Sektörünüz pandemiden nasıl etkilendi?

(Mahir Kaplan)-Pandemiden tüm sektörler gibi mimarlık ve İnşaat sektörü olarak bizlerde etkilendik. Sahadaki uygulamaların yanı sıra restorasyon işlerinin  proje ve tasarım boyutu var. Yüz yüze ilişkileri yapamamak, dokunamamak, özellikle ofis faaliyetlerimizde bizi çok etkiledi. Özel sektördeki birçok yatırımcının da pandemi dolayısıyla yatırımlarını iptal ettiğini veya ertelediğini gördük. Doğal olarak bu olumsuz gelişmelerin iş bilançolarımıza ciddi etkileri oldu. Pandemi sürecinde Umart Mimarlık olarak proje anlamında en yoğun dönemimizi yaşadık diyebilirim. Çünkü insanlar, proje-tasarım kısmındaki işleri bu süreçte tamamlayıp pandemi sonrasına hazır olmak istediler. İşlerin yürütülmesinde kısıtlamalar sebebi ile resmi onay kısımlarında da aksamalar oldu.

Restorasyon işlerinde eseri yerinde incelemek ve yerinde müdahale kararları belirlemek çok önemli. Online iletişimi bizlerde bu süreçte kullandık ama kısıtlamalar sebebi ile yerinde yapamadığımız faaliyetler ister istemez gecikmelere sebep oldu.

Çalışanlarımızın ve ailelerinin sağlığı bizim içinde çok önem arz ediyor. Bu sebeple alınan tüm önlemlere uymaya ve gerekli tedbirleri almaya çalıştık. Bu sürece kadar çok şükür ciddi bir problem yaşamadık. İnşallah en kısa zamanda bu pandemi sürecinden hep birlikte kurtuluruz. 

İzmir, restorasyon alanında nerede?

(Mahir Kaplan)-İzmir’de, yaklaşık 8.500 yıllık tarihi olan ve çok ciddi medeniyetlerin yaşadığı bir bölgede yaşıyoruz. Tarihimiz çok zengin. Kentimizde geçmişten bize miras kalmış önemli eserler ve yaşam izleri var. Ancak son 40-50 yılda maalesef büyük kentlere göçler ve beraberinde gelen çarpık kentleşme gibi unsurlardan dolayı bu tarihi miraslarımız tahribatlara, kayıplara maruz kalmış. Tabii ki  öncesinde  tarihte yaşanan savaşlar, depremler, yangın ve sel gibi doğal felaketlerin verdiği tahribatlar da var. Eser savaşı atlatmış, yangını atlatmış, büyük depremleri atlatmış ama son 50 yıldaki çarpık kentleşmenin kurbanı olmuş. İşte bu çok üzücü. Özellikle sivil mimarlık örnekleri çok tahribat görmüş. Son 15-20 yıldır Türkiye’de tarihi eserleri korumaya ve eserleri restore etmeye yönelik önemli çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Özellikle turizm bölgelerinde önceden konut olarak kullanılan tarihi ev, konak ve köşk gibi yapıların, değişik fonksiyonlarda turizme hizmet vermeye başladığını görüyoruz.

Tarihi yapılar, estetiği çok yüksek olan, günümüz yapılarından çok daha farklı dokuya ve ruha sahip olan yapılardır. Her biri tarihi bir belge niteliğindedir. Tarihi yapılardaki yaşam izleri bizlere o geçmiş dönemlere ait önemli bilgiler aktarır. Kentin herhangi bir yerinde tarihi bir yapının canlandığını gördüğünüz zaman o bölgenin portresi, katma değeri değişiyor.

Yakın zamanda Kemeraltı’nın UNESCO geçici listesine alınmış olması çok önemlidir. Burada hem İzmir Valiliği’nin hem İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hem Konak Belediyesi’nin hem de bölgede emek veren tüm derneklerin çok ciddi bir başarısı var. İzmir deyince akla Kemeraltı, Saat Kulesi, Agora, Smyrna gelir. Kemeraltı, tarih boyunca bu bölgede yaratılmış en önemli ticari alanlardan bir tanesi bu yüzden o bölgenin UNESCO geçici listesine girmesi İzmir’de tarihi dönüşümü çok hızlandıracak. Türkiye’ye de ciddi bir örnek olacak diye düşünüyorum.

Tarihi yapıları koruma konusunda neden Avrupa’dan daha gerideyiz?

(Mahir Kaplan)-Avrupa’da tarihi eserlerin korunmasına yönelik çok katı yasalar ve kurallar var. Özellikle 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan büyük tahribat sonrası toplumda koruma bilinci çok güçlü gelişmiş. Tarihi yapıların korunması yönünde taviz verilmemesi lazım. Biz de bu konuda eksik kalıyorduk ancak son zamanlarda tarihi yapılar ile ilgili bilinçlenme konusunda ciddi ilerlemeler var. Bu zaman alıyor ama ne kadar hızlı çözülürse tabii ki o kadar faydasını görürüz. Yeni kuşaklar daha teknolojiye bağımlı yaşıyor. Biz de teknolojiyi kullanıyoruz elbet ancak bizim işimiz daha çok zanaatla, el işiyle, dokunmayla olacak işler. Bu anlamda kalifiye usta yetişmesi, zanaatkar yetişmesi de çok önemli. Teknik anlamda restoratör yetişmesi, restorasyondan anlayan kadrolar yetişmesi önemli. Maalesef bu zamanda çok zorlanıyoruz kalifiye eleman konusunda. Herkes kolay yoldan yaşamanın peşinde. Eğitimle bu konuların önemini ve gerekliliğini topluma daha iyi anlatmalıyız. Restorasyon ve koruma alanında daha çok iş var ülkemizde. Yapıları restore etmekle bitmiyor iş, onları doğru bir şekilde yaşatmak ve sürekli olarak korumak gerekiyor.

UMART MİMARLIK HAKKINDA

(Mahir Kaplan)-Umart Mimarlık olarak 2007’den beri resmi olarak İnşaat sektöründe faaliyet gösteren ana konusu Restorasyon ve Koruma olan bir firmayız. Ben, Mahir Kaplan olarak 1998 Dokuz Eylül Üniversitesi inşaat bölümünden bitirme tezimi Eski Tarihi Yapıların Güçlendirilmesi üzerine yaparak mezun oldum. Bugüne kadar da birçok eserin restorasyonunda yer aldık. Faaliyetlerimizi kendi ekibimiz olan uzman kadro ile yapıyoruz. Bugüne kadar sadece eski eserlerin restorasyonu ve korunmasına yoğunlaştık. Evliyim, 2 çocuk babasıyım. Eşim de mimar ve birlikte çalışıyoruz. Proje, müşavirlik ve uygulama alanında hem yerel hem de uluslararası alanda faaliyet gösteriyoruz.

Bir yandan da STK’larda aldığım görevler var. EGİAD’da yönetim kurulu ve sonrasında danışma kurulunda görev aldım. 2014 yılından beri de kurucu üyesi olduğum Ege Beşiktaşlı İş Adamları Derneği (EBİAD)’nin de şu anda yönetim kurulu başkanlığını sürdürüyorum. Liyakat Derneği ve İZSİAD üyesiyim. İş hayatımın yanı sıra STK’lara önem veriyorum.