(Eral Aytemiz/EGE MECLİSİ)-Site Ortak Sağlık Güvenlik Birimi Kurucu ortaklarından Yusuf Aldoğan ile iş sağlığı güvenliğini konuştuk. İşte Yusuf Aldoğan ile gerçekleştirdiğimiz sohbetten öne çıkan kısımlar...

İş sağlığı güvenliği ile ilgili bilinci nasıl arttırabiliriz? 

(Yusuf Aldoğan)- Türkiye'de  önceki yıllara baktığımızda meslek hastalığı ve iş kazalarıyla ilgili ciddi problemler vardır. Bu 6331 sayılı yasanın çıkmasıyla birlikte bir farkındalık oluşmaya başladı. İş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili daha çok büyük firmalarda kurumsallaşmış firmalarda biz bunu görmeye başladık. Daha sonra bir alt kademeye indi. Şu anda farkındalık arttı fakat yine istenilen boyutta mı? Değil. İstenilen boyutta olmadığı için hala sizler de güvensiz çalışma ortamlarını görebiliyorsunuz. Türkiye'de şöyle bir ayrım var mesleklerde. Tehlike sınıfları tebliğine göre iş kolları çok tehlikeli sınıf, tehlike sınıfı ve az tehlikeli sınıf olarak gruplara ayrılıyor. Türkiye'de  şu an zorunlu olan iş sağlığı iş güvenliği hizmeti kendi bünyesinde bulundurma ya da hizmet alma zorunluluğu olarak çok tehlikeli sınıf bir kişi de çalıştırsa mutlaka bu hizmeti almak zorunda. Tehlikeli sınıf yine aynı şekilde bu hizmeti almak durumunda. Ama az tehlikeli sınıfa geldiğimizde sayı 50'ye kadar hala alma zorunluluğu yok. 50'nin üzerindeki çalışan sayısı olan işyerlerinde bunu alma zorunluluğu devam ediyor ama bu da ne yazık ki bizim ülkemizde çok büyük bir kısmı kapsıyor. Dolayısıyla hala orada iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hizmet alma zorunluluğu yok. Şimdi iş sağlığı güvenliği ile ilgili ne yapmamız konusuna gelirsek eğer hepimize görev düşüyor. Aslında bu sadece işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanı, sağlık personelinin gerçekleştireceği bir olay değil. Yani Türkiye 70-80 milyon ama İSG profesyonellerinin sayısına bakıldığında oldukça bu sayıya göre tamam belli bir oranda bu yeterli geliyor. Ama bin kişinin ya da yüz bin kişinin ya da 400 bin kişinin 70-80 milyon kişiyi değiştirmesi imkansız. İş sağlığı güvenliği, herkesin bu konuyu kabul etmesi, farkındalığını alması, iş sağlığı güvenliğinin ne olduğunu bilmesi, özümsemesi ve yaşantısında artık bunu kullanır hale gelmesi, bir hekime, bir iş güvenliği uzmanına ihtiyaç duymadan bunu yaşantısında kullanır hale gelmesi demek. Bunun için neler yapılmalı? En başa dönmek lazım. En baş da neresi? Çocukluk dönemine dönmemiz lazım. Yani ilkokullarda, Milli Eğitim ile üniversitelerle, devletin öncü olduğu, bizim de işin içine gireceğimiz bütün paydaşların bir arada olacağı bir bileşkede çocuklarımıza  o günden itibaren güvenliğin ve sağlığın önemini, hayatımızdaki neleri değiştirdiğini olumsuz yönde ya da olumlu yönde bu çağlardan itibaren vermemiz lazım ki biz büyüdüğümüzde belli bir yaşa geldiğimizde artık tıpkı bir arabaya bindiğimizde emniyet kemerimizi hemen bağlamamız gibi yaşantımızdaki bütün önlemleri de bu şekilde bir alışkanlık haline dönüştürmemiz lazım. Yani en önemli şey, temelden gelmesi lazım. Yani temelden olmazsa yanlışlık oluyor bu bugünlerdeki gibi. Çatılarda kemersiz çalışan elemanların görüntüsünü her yerde görebiliriz. Onun birçok sebebi var aslında. Yani kişisel bir sebebi de olabilir. Kişi çalışan kendisi de takmıyor olabilir. İşveren bütün önlemleri aldığı halde iş sağlığı güvenliği ile ilgili bütün önlemleri kendisine eğitimleri verdiği halde kişi hala bunu yapmamakla ilgili alışkanlık haline getirmek, önemsememekle ilgili, 'Nasılsa ben yapıyorum, senelerdir böyle ani çalışıyorum' ile ilgili olabilir. Ya da kişinin işvereni de buna çanak tutuyor olabilir. 

Biz iş yerinde bir meslek hastalığı oluşmasın diye bütün önlemlerimizi alalım. Kişiler sağlıklı bir ortamda, bir takım o kirli, hijyenik olmayan ortamlarda tozdan, gürültüden, kimyasallardan, ergonomik koşullardan, psikolojik sorunlardan arındırılmış, tamamen hijyenik ortamlarda çalışsın . Bütün bu risk faktörlerini temizleyelim, bu ortamlarda çalıştıralım düşüncesi ile doğuyor zaten iş sağlığı. Eğer biz bu koruyucu önlemlerimizi almazsak, dönecek gelecek ve çalışanı belli bir süre sonra kişide yavaş yavaş hastalık olmaya başlayacak. Amaç; kişinin sağlığı bozulmadan, çalıştığı süre boyunca kişinin sağlıklı çalışmasını sağlamak. 

Çünkü bunlar yapılmazsa kişinin en temel özelliği, sağlığı bozulacak, bir daha dönmemek üzere. Meslek hastalığının özelliği, geri dönüşü hemen hemen yoktur. Yani bir kişinin ciğerlerinde toza bağlı bir hastalık olduğunda mesela bu hastalığın safhaları var. Nerede yakalarsak, orada durdurabiliyoruz ama geriye, sıfır haline o ciğeri döndüremiyoruz. Ya da gürültülü ortamda çalışıyor kişi, kulağında işitme kaybı oluyor. Biz o işitme kaybının ilk baştaki seviyesine hiçbir şey olmamış gibi getiremiyoruz ama orada durdurabiliyoruz yakaladığımızda. Yani en önemli nokta, kişinin sağlığını geri getiremiyorsunuz. İkincisi; işveren açısından düşündüğümüzde bir sürü davalarla, maddi manevi bir sürü davalarıyla uğraşmak zorunda kalıyor, işgücü kayıpları oluyor. Kişinin o meslek hastalığından dolayı bir süre o işte gidiş gelmeler, zaman kayıpları, aldığı raporlar. Bunlar hep çalışmanın üretim ile ilgili faaliyetinden de düşüyor. Meslek hastalığıyla ilgili olarak şöyle bir durum var: Marka değeriniz de deneniyor artık. Yani bir işyerinde büyük kurumsal işyerlerinde eğer sizin bir meslek hastalığınız varsa, yurtdışı ile bağlantılı çalışıyorsanız, bunlar gerçekten takip ediliyorsa birtakım denetçi firmalar tarafından, bu ciddi bir yara alıyor, uygunsuzluk alıyorlar. İşletmenize de zarar veriyor. Bunun tek önlenebilir yolu aslında iş sağlığı güvenliği hizmetini kaliteli, düzgün, amacına uygun bir şekilde almak. 

Türkiye'de bu kanun çıktığından beri müthiş derecede bir talep oldu. Sektörün içinde, sektörle hiç alakası olmayan kişiler de bu sektörün içine girdi. Amacını ve hedefini bilmeyen kişiler ya da tamamen para kazanmak, ticari boyutu için girenler de oldu. Yani mutlaka bir ticari kazanç amacınız olacaktır. Ama amaç; insanlara hizmet edebilmek, çalışanların sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak, korumak. Dolayısıyla bu fazlalık da rekabeti getirdi. Rekabet aslında kalitede olması gerekirken, bizim sektörde birazcık fiyatlarla ilgili oldu. Bu böyle ne yazık ki. 

Fiyat koşulları da kaliteye göre değişiyor. Çalıştırdığınız elemana göre koşullar değişiyor. Sektörde daha önce tecrübesi olmayan hekim ve uzmanlar alırsanız, ona yönelik de ücret politikası uygulayabilirsiniz. Ama daha tecrübeli, bu işi bilen, ne yaptığını bilen, eğitimini almış, eğitiminin üzerine sertifikasyonlar da almış, bir takım bilgilerle kendini donatmış uzman ve sağlık personeli, gittiği yerde iletişimi kuvvetli personel tabii ki ekonomik olarak diğerlerine göre dezavantajlı oluyor. Ama ne istediğini bilen kurumsal firmalar, kaliteyi bilen firmalar da o arkadaşlarımızı istediği için fiyatları önemsemiyorlar. 

Peki ne yapılabilir? 

(Yusuf Aldoğan)-Ya bir politika belirleyeceksiniz diyeceksiniz ki; 'Ben kurumsal firmalara hitap ediyorum ve onlara çalışacağım, benim bir fiyat politikam var.' Ya da ikinci bir alternatif var. Türkiye'de bu birçok firma tarafından da dile getiriliyor. Biz aslında bir devlet hizmeti veriyoruz, kamu hizmeti veriyoruz. Bunun denetliyoruz işyerlerinde bir hizmet veriyoruz. İş sağlığı ve iş güvenliği üzerine bunun için Çalışma Bakanlığı bize bir onay veriyor 'bunu yapabilirsiniz' diye. Biz hizmet verdiğimiz yere bir fatura kesiyoruz, bir para veriyoruz ama orayı da aynı zamanda da hizmetle ilgili de denetliyoruz. Bu denetlemeler sonunda eksik olanlara da iş yerine diyoruz ki bunları tamamlamak zorundasınız. Adam bize hem para veriyor, hem çalıştırıyor hem de biz ona diyoruz ki 'bunları yapmak zorundasınız.' Şimdi yapmadığı zaman bir takım yaptırımlar var. O işini bakanlığa bildirimler dahil olmak üzere. Çünkü insan hayatı söz konusu. Ama bir yandan da ücret alıyorsunuz burada. Dolayısıyla böyle bir çıkmaz içine giren özellikle küçük ve orta dereceli işverenler ile durum birazcık al gülüm ver gülüm oluyor. Ama kurumsal firmalar böyle değil. 

Pandemi döneminde nasıl bir çalışma sistemi oluştu? 

(Yusuf Aldoğan)-Firmalarda verdiğimiz iş yoğunluğumuz çok arttı. Çünkü ortada bir sağlık sorunu var. Özellikle fabrikalardaki insanların toplu olarak çalıştığı sanayi sektörü, fabrikalar ve işyerlerini çok etkiledi. Toplu yemek var, toplu duş var, toplu çalışma yerleri var... Bunların hepsi insanların bir arada bulunduğu yerler ve dolayısı biz de sağlıkçılar olarak oturduk, çözümler üretmeye çalıştık. Basit örnekler verecek olursak; işçinin evinden çıktığı andan itibaren sokağa çıktığı andan itibaren maskesinin verilmesi, onun servise bindiğinde serviste hangi koşullarda, nereye oturacağına dair planların yapılması, inince içeriye ilk kapı noktasından ilk girişten itibaren hangi şartlarda, hangi koşullarda alınacağını, ateş ölçümünden ek maskesine kadar... Her türlü adımlar yeniden planlandı. 

Sektörün en önemli sorunu nedir? 

(Yusuf Aldoğan)-Sektörün önemli sorunlarından bir tanesi de branşlaşmanın olmaması. İşyeri hekimlerimiz özellikle de iş güvenliği uzmanlarımız belli bir mühendislik kolundan mezun olduktan sonra bir sertifikasyon programına giriliyor, İş Sağlığı Güvenliği Sertifikasyon programı. 

Bir işyeri hekimi, işyeri hekimi olarak mezun olmuyor. Hekim olarak mezun oluyor Tıp Fakültesi'nden. Uzmanlık alanları içinde işyeri uzmanlığı yok. Çalışma Bakanlığı'nın açmış olduğu bir sınav var. O sınava girmeden önce bir sertifikasyon programı var oraya gidiliyor, o sertifikasyon programında belirli bir eğitim alıyor, sonra sınava giriyorsunuz. Sınavda başarılı olursanız Çalışma Bakanlığı size bir sertifika veriyor ve işyeri hekimliği yapabiliyorsunuz. Bu uzmanlar da belirli mühendislik dallarından mezun oluyorlar. Onlar da bizim gibi yine aynı şekilde bir eğitime tabi tutuluyor. Sınavı bitirdikten sonra da bir belge alıyorlar. İş Güvenliği Uzmanlığı Belgesi de 3 grubu arıyor. C, B ve A sınıfı uzmanlar. Uzmanlar, C'den başlayıp tekrar sınavlara girerek A'ya kadar yükselebiliyor. 

Su ürünlerinden mezun iş güvenliği uzmanları var, elektrikten mezun iş güvenliği uzmanları var, makineden mezun iş güvenliği uzmanları var, kimyadan, biyolojiden, tekstilden mezun iş güvenliği uzmanları var. İsteyen A sınıfı olabiliyor ve mesela gidiyor su ürünlerinden mezun bir uzman inşaatın tepesinde hizmet veriyor. Bizim branşlaşma dediğimiz; ana mesleği konusunda hizmet vermesi. 

Yanı sıra işyerleri bizi bir maddi yük olarak görüyor ve kanunlara rağmen hizmeti almayarak risk alıyor. Ya da en kalitesiz hizmeti almayı tercih ediyor. 

Bir diğer sorun ise; sayıda kişiyle anlaşamıyoruz, hekimlerin çalışma süresi var. Yani bakanlık tarafından verilmiş bir süre var. 11 bin 700 dakikalık bir sürede çalışabiliyor. Az tehlikeli iş yerlerinde bir kişi için bir doktor o iş yerine 5 dakika gelecek, tehlikeli işyerinde 10 dakika gelecek bir kişi için ayda, çok tehlikeli işlerde de bir kişi için 15 dakika gelecek ayda. Bu çalışma süreleri çok az. Yani bir kişi için ayda 5 dakika... Tabii 24 saat vardiyalı çalışan yerlerde sağlık ekibimiz sürekli orada kalıyor. Ama bu 5 dakikanın yerine 15 dakika olmalı mesela. O kişi ile ilgilenme süresinin artması lazım. 

Bir de yıllık izin dönemimiz var. Yıllık izin dönemde dahi işveren hizmet istiyor. Ben başka doktor bulayım tamam ama bunu işveren ekstra olarak ödemiyor. 

Pandemi sürecinde meslektaşlarımız hayatlarını kaybetti. Çok sayıda, genç hekimlerimiz özellikle, 'Ben de bırakıyorum' dedi ve gitti. Dolayısıyla bizim böyle bir hekim ihtiyacımız doğdu. Şu anda işyeri hekimi olmak çok sıkıntılı. Yani Türkiye genelinde böyle bir hekim ihtiyacımız da doğdu. 

Bir hekim olarak pandemi hakkında düşünceleriniz nelerdir? 

(Yusuf Aldoğan)-Covid-19 pandemisi ilk kez karşılaştığımız bir pandemi. Yani bu pandemi yüz yıl önce belki yine bir pandemi olarak çıktı ama aynı nedenden dolayı çıkmadı. İlk defa bir Covid-19 virüsü dediğimiz, ilk defa tanıdığımız bir virüsten çıktı. Dolayısıyla bütün bilim insanları seferber olmuş durumda. Tanımaya çalışıyorlar, tanıdılar, tanıdıkça da ona karşı 'ne yapabiliriz'i bulmaya çalışıyorlar. Aşıları buldular, belki ilaç geliştirilecekler. Eninde sonunda bununla ilgili mutlaka bir bitiş olacak. Benim kişisel tahminin; bu bitmeyecek ama buna karşı biz yaşamayı öğreniyoruz. Yavaş yavaş buna karşı korunmayı öğreniyoruz. Yavaş yavaş biz yaşama şeklimizi, maske, mesafe ve temizlik konularında dikkatli olduğumuz sürece ve aşılanmayla ilgili kendimizi koruduğumuz sürece artık bir belli bir dönemde Covid-19 yaşantımızın bir parçası olacak. Aşıyla ilgili kısımda toplumsal bağışıklığı yakalarsak eğer artık normal bir hastalık gibi aşımızı yaptıracağız belli bir dönem bu böyle gidecek ve gittikçe azalacak ama şu anda hala tehlike devam ediyor. Dolayısıyla biz bu tehlikeye karşı da önlemlerimizi en üst safhada devam ettirmeliyiz. Benim kendi kişisel tahminim herhalde 2022'in bir dahaki yazından sonra normale yavaş yavaşlar dönülecek ve bir grip gibi olacak. 

SİTE ORTAK SAĞLIK GÜVENLİK BİRİMİ HAKKINDA

(Yusuf Aldoğan)-Ben hekimim. Yaklaşık 96 yılından beri hekimlik yapıyorum. Bunun da 99 yılından itibaren devam eden bir iş yeri kimliği süreci var. İşyeri hekimliğini 99 yılından beri devam ediyorum bu süreç içerisinde sertifikasyon programları hem işyeri kimliği hem normal hekimlik boyutu bir de idarecilik boyutu olduğu belli bir zamandan sonra devam etti. Üçünü bir arada taşıdık ama bu süreç çok ağır oldu. Bir de kanunlar ve yönetmelikler bu dördünün bir arada yapılmasına belli bir zamandan sonra izin vermedi, bir yol ayrımına geldik. 2011'in sonunda devletteki görevimden istifa ettim ve böyle bir iş sağlığı güvenliği şirketi açma yoluna ilk adımı atmış oldum. 

Ben, devletteki görevimim yanı sıra 99 yılından beri işyeri hekimliği yapıyordum. Yol ayrımı gerekince, A sınıfı iş güvenliği uzmanı ortağım İlker Aslan ile şirketimizi 2012 yılında kurduk. Şirketin ana merkezi İzmir oldu. Ardından buradaki işler yoğunlaşmaya başlayınca Manisa'da bir şube açtık. Daha sonra şubeler hızlıca artmaya başladı. Bizim hedefimiz vardı zaten belli bir seviyeye kadar Türkiye'nin tamamına hizmet etmek, şubeleşmek ve Türkiye'nin bu alanda en önemli ilk 5 firmasının içine girmek gibi bir hedefimiz vardı. O hedefimizi de gayet iyi bir şekilde götürüyorduk. Taki bu pandemi süreci ve ekonomik kriz oluncaya kadar. Ondan sonra biz de artık biraz durakladık. İş yükümüz arttı ama daha çok büyüme hedefimiz ile ilgili çalışmalara şu anda ara verdik. Ondan öncesinde Çorlu'da şube açtık. Daha sonra Erzurum ve Elazığ şubelerini devreye soktuk. En son İstanbul'daki şubemizi devreye soktuk. Şu anda 6 tane şubemiz var. Yaklaşık 150 çalışanımız var. Bu şubelerde toplamda 500'e yakın firmaya hizmet veriyoruz. Verdiğimiz hizmet iş sağlığı ve iş güvenliği üzerine.