ÖZEL HABER

Ölü değil diri bir antlaşma: Sevr

Abone Ol

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Bu ateşkes, Sevr’in habercisi gibiydi. Sevr’in öncülü olarak Mondros (30 Ekim 1918), işgaller ve paylaşım için Osmanlı ordusunun dağıtılmasını ve silahlarına el konulmasını sağladı; ardından işgaller için gerekli mazereti (7. ve 24. maddeler) yarattı. Paris Barış Konferansı’nda Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın eline verilen ağır Sevr metni Padişah-Halife, Hükümeti ve Saltanat Şurası antlaşma metnini onayladı. Damat Ferit Paşa adına Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Bern büyükelçisi Reşat Halis Beylerden oluşan heyet, 10 Ağustos 1920‘de Sevr Antlaşması’nı imzaladı.

Sevr’i imzalayanlardan biri olan Rıza Tevfik, anılarında Sevr’i neden ve nasıl imzaladıklarını anlatıyor. Rıza Tevfik’in anıları Biraz da Ben Konuşayım adıyla İletişim yayınlarından yıllar önce yayınlanmıştı (1993). Saltanat Şurası’nda antlaşmanın onaylanmasına ilişkin görüşmeleri de aktaran Rıza Tevfik, ortamı şöyle tasvir ediyor:

“1920 senesi Ağustos’unun onuncu günü muahedeyi imzalamak üzere Sevres çini fabrikasındaki büyük salona davet olunduk.

Bu kocaman salon hıncahınç dolu idi. Bize de bir yer gösterdiler. Yerlerimizi aldık, oturduk. Sol tarafımızda, bir iki iskemle aşırı, Venizelos riyaseti altındaki Yunan murahhas heyeti yer almıştı.

Evvelce arz etmiş olduğum gibi, bize ağız açmak memnu idi. Yalnız imza etmek düşüyordu. Teklif olunan maddeler evvelce hükümetin malumu idi. Şura-yı Saltanat’ta ise teklif olunacak sulh ve şartlarının kabulüne karar verilmiş olduğundan bizlere sadece vesikayı bize imza etmek mecburiyeti düşüyordu. Hatta galip devletler yalnız imza ettirmekle iktifa etmeyip bir de mühür istediklerini vaktiyle Babıali’ye ihtar etmişlerdi. Ben de o vakit (R.T.) harfli bir mühür kazdırmıştım ve yanıma almıştım.

Evvela Venizelos imzaya davet olundu. O zaman salonda toplanmış olan birçok Yunanlılar Venizelos’a suret-i mahsusada hazırlanmış altından mamul dolma bir kalem hediye ettiler ve kendisini alkışladılar. Venizelos muahedeyi bu altın kalemle imza ettikten sonra bizi çağırdılar biz de, sıra tertibi üzere, evvela Hadi Paşa, sonra ben, sonra da Reşad Halis Bey muahedeyi imzaladık ve mühürledik. Sonra salondan çıkıp gittik”.  

Türk tarihinin en ağır antlaşmasını imzalayanlar tek bir söz edemeden bu antlaşmayı aşağılanarak imza etmek zorunda kaldılar. Yine sanki çok önemsiz bir antlaşma imzalamış gibi salonu terk edip gitmek zorunda kaldılar. Oysa imzalanan bir ölüm fermanı idi. Lozan konferansında masaya oturan İsmet Paşa aradan iki buçuk yıl geçtikten sonra, hasımlarıyla eşit bir şekilde masaya oturmuştu ve ardından da yüzyıllar sonra ilk kez Batı ile eşit bir şekilde masadan kalkabilmişti. Venizelos’un Sevr’deki altın kalemi, Lozan’da tarihin çöp sepetine gitti.

BMM, Damat Ferit Paşa ve antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti (19 Ağustos 1920). Ankara İstiklal Mahkemesi de idama mahkum etti (7 Ekim 1920). Ankara Hükümeti ve onun dayandığı BMM, Sevr Anlaşması’nı kabul etmedi ve tanımadı. İstanbul Hükümeti’nin kabul ettiği ve imzaladığı Sevr’in geçersiz olmasını sağlayan, onu Ankara Hükümeti’nin tanımaması ve yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr’in yerini Lozan’ın almasıdır.

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşmalarının hiçbiri ölü değildir. Almanya, Macaristan, Avusturya ve Bulgaristan’ın imzaladığı antlaşmalar ölü müydü ki Sevr ölü olsun? Sevr, öldüren Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Lozan’dır.

Üç kıtada at koşturan imparatorluğun İkinci Viyana Kuşatması’nın (1683) ardından lime lime dökülmesi ve dağılması, Karlofça’dan Sevr’e gelmesi, yavaş yavaş gerçekleşti. Bu ne dış güçlerin komplosu ne de hainlerin işiydi. İmparatorluk modelinin eskimesi, tarım toplumunun ötesine geçemeyişi ve sanayileşememesiydi. Değişen dünyaya, ilerleyen Batı’ya Osmanlı’nın uyum sağlayamamasıydı. Sevr, Karlofça’dan da ağırdı. Çünkü Karlofça büyük toprak kaybına yol açmakla birlikte imparatorluk ve devlet halen mevcuttu. Sevr ise devletin sonu, vatanın parçalanması ve milletin yok oluşu idi. Atatürk ve arkadaşları, Sevr’in yerine Lozan’ı ikame ederek/koyarak tarihin akışını değiştirdi. Yok oluşu, var oluşa çevirdi. Sevr’i tekrara yaşamamak için unutmamak gerekir. Lozan ve arkasından edinilen kazanımlar (Hatay, Boğazlar…) Türkiye’nin tam bağımsızlığını sağladı ama onu çağdaşlıkla desteklemek gerekiyordu. Çağdaşlık olmadan tam bağımsızlığı sürdürmek mümkün değildi. Onlar olmadığında da hortlayacak olan Sevr’di. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında da barış içinde yaşamanın yolu Lozan’a ve onun getirdiği tam bağımsızlığa, onların da garantörü olan çağdaşlığa sahip çıkmak gerekir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında laik Türk milli kimliği etrafında toplumu birleştirmek ve Türkiye’yi çağdaş dünyanın bir parçası haline getirme görevini tamamlamak halen bizleri bekliyor.