ÖZEL HABER

Magna Carta ve Hukuk Devleti

Magna Carta’nın tabandan gelen ve 800 yıllık kazanımlarını Türkiye’de geç bir şekilde ve tepeden/devrimle getiren Atatürk oldu.

Abone Ol

15 Haziran 1215 tarihinde İngiltere’de kral ve baronlar arasında imzalanan metin, tüm dünyada hukuk devleti olmanın önünü açan temel metindir. Onu kendinden öncekilerden ayıran şey en başta toplumun tüm kesimlerini kapsayacak genişliğe sahip olmasıdır. Metnin bu kapsayıcılığının yanı sıra etkisini arttıran özelliği de krala yönelik bağlayıcı niteliğidir. Nitekim 800 yıllık bu metin, İngiliz demokrasisinin temellerini oluşturmuştur. Magna Carta, İngiliz halkına yeni haklar tanımaktan ziyade geleneksel olarak var olan hak ve özgürlükleri teyit etmekte ve bütün hür İngiliz vatandaşlarının bunlara sahip olduğunu vurgulamaktaydı. Bu haliyle Magna Carta, hak ve özgürlükleri yeni getiren değil, var olanları garanti altına alan ve hukuk devleti fikrinin temellerini atan, devletin hukuka bağlı olması gerekliğini belirten bir metindi. Tüm bunlar Magna Carta’yı diğerlerinden ayıracak bir şekilde, uzun ömürlü olmasını sağladı. Kral, kendi siyasal iktidarını kısıtlayan metinden rahatsız olsa ve onu kaldırmak için o dönemde papadan destek alsa da Magna Carta günümüze kadar varlığını devam ettirdi ve İngiltere’nin toplumsal sözleşmesini oluşturan bir anayasal metin olma vasfını sürdürdü. Bunda İngiliz halkının hak ve özgürlüklerinin bilincine varması, hukukun üstünlüğünün önemini kavraması da etkili olmuştu. Bir başka etken olarak da geleneksel Anglo-Sakson ve Norman/Germen toplum yapısını saymak gerekir.

Magna Carta, İngiltere Kralı John’un, sınırsız yetkilerinden vazgeçmek zorunda kaldığı, hukukun kendi isteklerinden daha üstün olduğunu kabul ettiği, tarihin akışını değiştiren bir uzlaşma metni… Bu uzlaşmaya John’un yanaşmasının kolay olmadığı ve bir toplumsal zorlama neticesinde kabul etmek zorunda olduğu da bir gerçek… Kral John’un Magna Carta’yı kabul etmesi, İngiltere’nin Ortaçağ'dan çıkmasının önünü açtı; modern İngiltere’nin temellerini attı. Modern zamanlar için ilk demokratik gelişme olarak görülebilecek olan Magna Carta halkın temel hak ve özgürlüklerinin tanınmasının yolunu açan siyasal bir belgedir.

Magna Carta (Büyük Sözleşme) ya da tam adıyla Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi), incecik bir parşömene (üzerine yazı yazmak ya da resim yapmak için özel olarak hazırlanmış deri) Latince olarak yazılmıştı. Metnin tamamını okuyan insan sayısı az olsa da, tarih ve hukuk meraklılarının kısmen de olsa okudukları ünlü bir toplumsal sözleşme metnidir.

Magna Carta, İngiltere'nin Ortaçağ’daki krallarının feodalite içindeki baskıcı uygulamalarına karşılık bireysel hak ve özgürlüklerin kazanımına yönelik bir sözleşmeydi. Bununla birlikte ve bunun ötesinde 13. yüzyıldan insanlığın demokratik kazanımlarına yönelik bir hukuk mirası niteliği de taşımaktaydı. 15 Haziran 1215 tarihinde Kral John, Papa III. Innocent ve baronlar arasında imzalanan sözleşme, kralın yetkilerini sınırlayan, hukukun kraldan üstün olduğunu belirten vasfının yanı sıra kilisenin özerkliğini tanıyıp güvence altına almakta, kral ve baronlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmeye yönelik ilkeler belirlemekte ve güçler arasında denge oluşturmaktaydı. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı açısından önemli bir adım niteliği taşımaktaydı.

Magna Carta’nın günümüze sadece 4 kopyası ulaşabildi. Bunlardan biri Salisburg Katedrali’nde, iki tanesi British Museum’da ve sonuncusu da Lincoln Katedrali’nde korunmakta. Salisbury’deki nüshası yakın yıllarda çalınma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı ve bu nedenle bir kişi gözaltına alındı.

Günümüzde de ilgi çeken bu sözleşmeyi imzalamasının hemen ardından Kral John, Papa III. Innocentiusa iptal başvurusunda bulundu. Papanın da John’a destek vermesi üzerine İngiltere’de iç savaş çıktı. Bu iç savaş sırasında Kral John dizanteriden öldü. Yerine geçen 9 yaşındaki oğlu III. Henry ise tahta çıkar çıkmaz sözleşmeyi kabul etmek zorunda kaldı. Magna Carta, hem papanın itirazına ve hem de iç savaşa rağmen kazanılan hakları simgeliyordu.

Belli başlı maddelerini şöyle sıralamak mümkündür:

Madde 1: İlk olarak Tanrı’ya adadık ve şimdi bu fermanla bizim ve bütün haleflerimizin adına teyit ettik ki İngiltere kilisesi hür olacak, haklarında kısıntı yapılmayacak, hürriyetlerinin bütünlüğüne dokunulmayacaktır. 

Madde 7: Bir dul kadın, kocası ölür ölmez mirasını hemen ve hiçbir engelle karşılaşmadan alabilecektir. Kocasının ölü­münden sonra, kocasının evinde kırk gün kalabilecek ve bu süre içinde çeyizi kendisine tahsis edilecektir.

Madde 8: Kocasız kalmak istediği sürece, hiçbir dul kadın evlenmeye zorlanmayacaktır.

Madde 9: Ne biz ne de memurlarımız, borçlunun taşınabilir malları borcunu ödemeye yeterli olduğu sürece topraklarına veya rantına el koymayacağız

Madde 12: Kendimiz için kurtuluş akçesi, büyük oğlumuzun şövalye olması ve -yalnızca bir kere- büyük kızımızın evlenmesi sebepleriyle toplananlar dışında krallığımızda genel onaylama olmadan hiçbir vergi veya yardım toplanamayacaktır. 

Madde 20: Hür bir insan küçük bir suç için ancak bu suça uygun bir para cezasına çarptırılabilecektir. Ağır bir suçun cezası da suça uygun olacak, kişinin yaşamasını engelleyecek kadar büyük olmayacaktır.

Madde 28: Satıcı kendi isteğiyle geri bırakmadıkça, hiçbir bölge amiri ve krallık memuru; bir kimseden peşin ödemede bulunmadan buğday veya diğer taşınabilir mallardan almayacaktır.

Madde 30: Hiçbir şerif, krallık memuru veya diğer bir kimse, bir hür kişiden rızası olmadan at veya araba alamayacaktır.

Madde 38: Gelecekte hiçbir memur, inanılır şahitler göstermeden yalnız kendi açıklamalarına dayanarak bir kimseyi mahkeme huzuruna çıkaramayacaktır.

Madde 39: Hiçbir hür kişi, ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden hapis edilemeyecek, haklarından ve mallarından mahrum bırakılamayacak, sürülemeyecek, herhangi başka bir şekilde kötü muameleye maruz bırakılamayacaktır. Hiçbir hür kişiye zor kullanmayacağız ve başkalarının zor kullanmasını istemeyeceğiz.

Madde 40: Hak ve adaleti kimseye satmayacağız, reddetmeyeceğiz ve geciktirmeyeceğiz.

Madde 41: Tüccarlar serbestçe İngiltere’ye girip çıkabilecekler, kalabileceklerdir. Hukuki geleneğe uygun olarak kanunsuz bir vergi vermeden, ticaret yapmak amacıyla karada ve denizde yolculuk yapabileceklerdir. Bizimle savaşan bir ülkenin tüccarları bizim topraklarımızda bulunursa, düşmanımızın ülkesinde bizim tüccarlarımıza nasıl muamele edildiği öğrenilecek. Eğer bizim tüccarlarımıza iyi muamele edilmişse onlara da iyi muamele edilecektir.

Madde 45: Yargıç, bölge âmiri, şerif ve diğer memurları memleketin kanunlarını bilen ve bunları iyi koruyabilecek kimseler arasından tayin edeceğiz.

Madde 52: Kanunî bir hüküm olmadan topraklarını, şatolarını, hürriyetlerini veya haklarını ellerinden aldığımız kimselere bunları derhal geri vereceğiz. 

Madde 55: Haksız ve memleket kanunlarına aykırı olarak bize verilmiş olan veya haksız olarak toplamış bulunduğumuz bütün para cezalarını tamamen geri vereceğiz.

Madde 60: Bağışlamış olduğumuz bu gelenek ve hürriyetlere krallı­ğımız topraklarında tarafımızdan uyulacaktır. Kiliseye mensup olsun olmasın, bütün tebaamızın da kendi adamlarıyla olan ilişkilerinde bunlara uymalarını istiyoruz.

Madde 61: Eğer biz herhangi bir kimseye karşı suç işlersek veya bu teminatın herhangi bir maddesine aykırı hareket edersek ve bu hareket sözü edilen yirmi beş barondan dördüne bildirilirse, bunlar bize gelerek derhal düzeltilmesini isteyeceklerdir. Eğer bize durumun bildirildiği günden başlayarak kırk gün içinde durumu düzeltmezsek, dört baron durumu yirmi beş baronun geri kalanlarına bildirecekler. Onlar da bütün ülke halkının yardımıyla mümkün olan bütün yollardan bizim mallarımıza ve bize saldırarak; bizim, kraliçenin ve çocuklarımızın şahsı dışındaki şatolarımıza, topraklarımıza ve mallarımıza el koyacaklardır.

Madde 63: Biz ve baronlar bütün bunlara iyi niyetle ve ihanet edilmeden uyulacağına yemin etmiş bulunuyoruz. Yukarıda adı geçen kimseler ve birçok başkaları şahittir. Saltanatımızın on yedinci yılının Haziran ayının on beşinci günü, Windsor ile Staines arasında Runnymede adı verilen bir çayırda bizim elimizle verilmiştir. 

Magna Carta’nın geniş bir özeti olan yukarıdaki maddeler mülkiyeti, mirası garanti altına almakta, haksız alınan vergilerin ve malların iade edileceği garantisini vermekteydi. Hak ve adaletin garanti altına alındığı, satılmadığı ve geciktirilmediği bir ülke hukuk devleti olma yolunda ilerliyor demektir. Üstelik krala ve yürütme organına ilişkin denetleme ve zor kullanma yetkisinin baronlara tanınması, kuvvetler ayrılığına giden yolun habercisi gibidir. Magna Carta, 800 yıllık İngiliz demokrasisinin oluşumunun en önemli dönüm noktasıdır.

Osmanlı’daki 1808 tarihli Senedi İttifak ile Magna Carta’yı karşılaştırmaya çalışmak gerçekçi değildir. Belki Gülhane Hattı Hümayunu (Tanzimat Fermanı) ile karşılaştırılabilir. Yürütmenin gücünün kısıtlanması noktasında bu karşılaştırma yapılabilse bile, Tanzimat’ta Padişah bürokrasi eliyle ve yönlendirmesiyle kendi gücünü kısıtlarken Magna Carta’da, sınıfsal anlamda toprak sahiplerinin mutlak monarşinin gücünü kısıtladığı görülmektedir. Dolayısıyla bu ikisini bile karşılaştırmak çok anlamlı değildir. Aslında demokrasinin sınıfsallığını gösteren bir metin olan Magna Carta ile bürokrasinin öncülük ettiği Osmanlı/Türk modernleşmesi arasında büyük ve derin bir fark bulunmaktadır.

Yakın tarihimizde Magna Carta’nın sağladığı hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve demokrasi gibi kavramları getiren Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Devrimi oldu. 1923’te Cumhuriyeti kuran kadro üç temel hedef belirlemişti:

-          Çağdaş bir devlet ve toplum yaratmak

-          Demokrasi

-          Hukuk devleti 

Magna Carta’nın tabandan gelen ve 800 yıllık kazanımlarını Türkiye’de geç bir şekilde ve tepeden/devrimle getiren Atatürk oldu. Bugün bu hedeflere yaklaştığımız ölçüde çağdaş dünyanın ve insanlık aleminin saygın bir üyesi olacağız. Hukuk Devleti, Demokrasi ile Çağdaş bir devlet ve toplum yaratma noktasında bardağın yarısı hala boş. Üstelik bu hedeflerden uzaklaşıldığı gibi, Atatürk’ün kurduğu ulus devlet seküler Türk milli kimliğinden saparak ümmetleşme, Ortadoğululaşma ve etnik/dini kimlikler arasında bölünme tehlikesiyle karşı karşıya. Türkiye, yönünü belirleyecek rotasını yeniden oluşturmak ve çağdaş dünyanın/insanlık ailesinin saygın bir üyesi olma noktasında rotasını Cumhuriyetin kurucu değerlerine çevirmek zorunda.