Yazmak, belki de kendi kendini okumak oluyor.
Bırakın Yaşayalım isimli yeni kitabımın önsözünde
Yazma konusuyla ilgili şu satırlar yer almıştı.
''Yazmak, insanın kendi içinde berraklık yaratmaya ve kendi varlığının anılarını geleceğe iletmeye yarayan en basit ve en derin bir eylemdir.
İnsan yazarken yalnızlığı içinde kayboluyor, yalnızlığını kırıyor ve yazmayı seven insanlarda iyi bir analiz gücü de gelişiyor.
Alışkanlık olmalı yazmak. Her gün düzenli olarak yazı yazmaya kendimizi alıştırmadan öte gerektiğinde zorlamalıyız. İstekli olmasak da yine yazmalıyız.
Yazmayı, tutku haline getirirsek öğrenebiliriz.
Kusursuz bir yazı yazma zamanını beklersek, yapılan her şey kusursuz olmadığından yaşamın sonuna kadar beklemek gerekebilir.
Hırsın, arzunun, şansın, biraz da yeteneğin rol aldığı süreçtir yazmak.
Sevdiğimiz şeyleri yazdıktan sonra ona bir yaşam aşılamak da mümkün.
Yazma konusunda olağanüstü bir yeteneğe gerek yok.
Kendini bu yöntemle çalışmaya alıştıran herkes yazabilir.
Başarıya ulaşabilir.
Ancak inatçı ve sabırlı olmak gerekiyor.
Bazı edebiyat toplumlarından farklı olarak bizde günce, biyografik anı ve denemeler az nedense.
Öte yandan çok fazla, çok bol kurgu, hikâye ve roman var.
Bu durum düşündürücü.
Oysa ki, denemeleri okuyarak insan entelektüel bir kişilik kurabilir ya da entelektüel olmaya kendisi denemeler yazarak bir adım atabilir.
Günceler, anılar ve denemeler bir araya getirildiğinde ise bu okuyucuya güzel bir sunuştur.''
Geçirdiğimiz pandemi döneminin ağır koşullarında bedenimizi korumamız gerekiyordu. Bedenimizi korurken ruhumuzu da korumalıydık.
Bunu yapabilmek için üretmemiz gerekir diye düşündüm. Yazarak üretmek ruhumuzu koruyacaktı.
Yaşamdaki toplumsal ve kültürel yorumlar yanı sıra duygu ve düşüncelerin içeriğinde şekillendi 'Bırakın Yaşayalım.'
Sayfalarla buluştu daha sonra.