9 Eylül 1923’te İzmir’in kurtuluşunun birinci yılında kurulan CHP, kökleri Kurtuluş Savaşı’na dayanan Batılı ve sınıfsal temele dayanan siyasal partilerden farklı sıra dışı bir siyasal partidir. Türkiye’de siyasal partiler tarihsel sürece baktığımızda ana hatlarıyla cemaat/tarikat temeline ya da cemiyet temeline dayanırlar. Cemaat/tarikat temeline dayanan siyasal partiler malumdur. CHP geleneği ise İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi cemiyet temelinden beslenir. Bu cemiyet temeli, ülkenin bekasıyla ilgili endişe duyan ve ülkeyi kurtarmak amacıyla yola çıkan siyasal yapılara dayanır. İttihat ve Terakki’nin cemiyetten fırkaya/partiye dönüşmesi gibi CHP de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temelinden Halk Fırkası’na dönüştü.
CHP, 100 yıllık bir parti olarak köklü bir tarihe sahip. Tarihi kökleri onun uzun ömrünün nedenlerinden biri olsa da 100 yıllık süreçte geçirdiği dönüşümler de ömrünün uzamasının nedeni… Bunu CHP’nin zamanını ruhunu yakalaması olarak tanımlayabiliriz. Bu, bir ortaçağ toplumundan 20. Yüzyıla, gelenekselden moderne, ümmetten millete geçiş çabasının devrimci bir hikayesidir. Aslında CHP bu noktada CHP dünyadaki tek örnek değildir. Meksika Kurumsal Devrim Partisi ile Hindistan Kongre Partisi, CHP modeli çağdaşlaşmacı barışçı milliyetçi partilerin türevi niteliğindedir.
CHP’nin 100 yıllık uzun ömründe belirttiğim gibi kendisine dönüştürebilmesinin de büyük etkisi var. Bu dönüşümleri şöyle sıralamak mümkündür:
- Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden Halk Fırkası’na geçiş.
- Tek parti yönetiminden çok partili hayata geçiş
- İlk Hedefler Beyannamesi ve Ortanın Solu
Atatürk, bir bağımsızlık savaşının lideri olduğu kadar bir uygarlık/çağdaşlaşma savaşının da lideriydi. Dünyada her iki savaşa da liderlik edebilen başka bir isim sayabilmek çok da mümkün değildir. 9 Eylül 1923 tarihinde kabul edilen halk Fırkası Tüzüğü’nün 1. maddesi partisinin kuruluş amacını açıklamaktadır:
“Halk Fırkası, Cemiyetler Kanunu mucibince teşekkül etmiş siyasi bir cemiyettir. Gayesi, milli hakimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek ve Türkiye’yi asri bir devlet haline yükseltmek ve Türkiye’de bütün kuvvetlerin fevkinde kanunun velayetini hakim kılmaya çalışmaktır”.
CHP üç alanda ülkeye rehberlik edecekti: Birinci demokrasi, ikincisi çağdaşlık ve üçüncüsü da hukuk devleti. Bu üç hedef halen tam olarak ulaşılmış hedefler değildir. Bu noktada halen ulaşılmayı beklemektedir. Dolayısıyla CHP kuruluş amacıyla bağını sürdürmek istiyorsa bu üç hedefe ulaşmayı halen önüne koymalıdır.
1923’te 9 Umde ile bir nevi ilk parti programını, parti kurulmadan kabul eden Halk Fırkası, barış içinde çağdaş bir ülke yaratmaya girişti. Bunun yolu da bir zihniyet devrimi yaratmaktan geçiyordu. Nitekim Atatürk, 1923’te İzmir’deki Türkiye İktisat Kongresi’nde yeni Türkiye’nin fetihçi/cihangir bir devlet olmayacağını, bir iktisat devleti olacağını ortaya koydu. Türk Devrimi dediğimiz ve Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilenler geleneksel toplumun kurumlarını tasfiye ederek yerlerine modern toplumun kurumlarını getirdi. Ümmet toplumundan millete, dini toplumsal yapıdan laik bir toplumsal yapıya geçişte kısa sürede önemli bir başarı sağlandı. Bu noktada CHP halk adını taşısa da bir devlet partisiydi. Tek parti döneminde parti-devlet yapısında geçişken bir özellik söz konusu olmakla beraber, parti devlete değil devlet partiye egemendi. Partinin devlete egemen olması faşist ya da başka bir totaliter devlet yapısını ifade etmektedir. Dolayısıyla partinin devlete egemen olmasıyla devletin partiye egemen olması birbirinden bir hayli farklı şeylerdir.
Tek parti döneminde Türkiye kuvvetler ayrılığına dayalı bir anayasal rejime sahip değildi. Cumhurbaşkanı da partiliydi. Güçlü liderlik sistemi ve bütün gücün Meclis’te toplanması devrimlerin yapılabilmesine imkan sağladı. Tarafsız ve sembolik bir cumhurbaşkanı ile devrimleri yapmak mümkün olmazdı. Kontrol ve denge sistemi çerçevesinde kuvvetler ayrılığı sistemi, devrimlerin anayasa mahkemesine taşınmasını da beraberinde getirirdi. Böyle bir siyasal iklim çağdaşlaşma, kadın hakları ve laiklik temelli devrimlerin yapılamaması demekti. Diğer taraftan genel okuma yazma oranının % 5’in, kadınlarda okuma yazma oranının % 1’in altında olduğu, nüfusun yaklaşık % 85-90’ının köylerde yaşadığı bir ülkede demokratik altyapının yetersizliği de gözden uzak tutulmamalıdır.
1945’te Türkiye çok partili hayata geçerken dış dinamikler bu geçişi kolaylaştırdı. Ancak partili hayata geçişte öncelikle iki dinamik etkili oldu. Birincisi Cumhuriyetin kurucu kültürünün/Atatürk’ün demokrasi ideali ve ikincisi de İnönü’nün demokrasiye geçmekteki kararlılığı. Çünkü İnönü, kendi sağlığında seçimle iktidarın değişiminin gelenekleşmesini ve bunun ülkenin beka sorununu çözeceğine inanmaktaydı. Ona göre böylece rejim kurumsallaşmasını tamamlayacaktı. Oysa bugün Türkiye hala seçimle iktidar değişikliği gelenekleştiremediği gibi kurumsallaşmış demokratik bir rejimden giderek uzaklaşmaktadır.
Türkiye’de tek parti yönetimi 1950’de demokratik yollardan ilk kez seçimle iktidarı değiştirdi. Bu devrim niteliğinde bir değişiklikti. 1950 seçimleri dürüst ve demokratik bir seçim olarak seçimle iktidar değişikliği sağlasa da temsilde adaleti sağlayamadı. Çünkü seçim sistemi çoğunluk sistemine dayalıydı ve nispi seçim sistemine göre bu sistem, temsilde adalete sağlama noktasında sorunluydu. Buna DP’nin otoriterleşme eğilimi eklendiğinde genç Türk demokrasisi ciddi bir krizle karşı karşıya kaldı. CHP bu noktada çözümü kuvvetler ayrılığında, nispi seçim sisteminde, Anayasa Mahkemesi’nde, ikili meclis yapısında buldu. 1959 tarihli İlk Hedefler Beyannamesi, Ortanın Solu politikalarının başlangıcı oldu. Üstelik bu politikalar grev hakkı gibi bir takım sosyal hakları da kapsamaktaydı. İnönü’nün resmen adını koyduğunu bu politika ile CHP kendini ortanın solunda tanımlamış oldu. 1960 sonrasında CHP, 80 yaşlarındaki İnönü’nün liderliğinde hem ilk koalisyon hükümetlerine öncülük etti ve hem de sol kavramına İnönü’nün tarihi kişiliği ile bir meşruiyet kazandırdı.
Ortanın solu politikasının ilkelerine baktığımızda şöyle bir sıralama yapılabilir:
- Halktan yana olmak
- Ezilenlerden, emekçiden yana olmak
- Demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla benimsemek
- Her türlü darbe ve cunta yapılanmalarına karşı olmak
Hem 1950’lerin sonunda hem de 1970’lerin sonunda yükselen toplumsal dalgaya öncülük eden CHP seçimlerde % 40 bandını aşmayı başardı. Topluma umut oldu. Diğer taraftan 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı’na öncülük etmek hem CHP’ye hem de Ecevit’e büyük bir prestij kazandırmıştı. Ancak 1979’da uğranılan seçim yenilgisi CHP açısından bugünkü sürecin temellerini attı. CHP % 30 bandına takıldı ve bir daha da bu bandı aşamadı. Dolayısıyla CHP’nin gerileyişi açısından 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce 1979’da sona eren başarısız koalisyon hükümetini dikkate almak gerekir.
12 Eylül askeri darbesinden sonra CHP de diğer partilerle birlikte kapatıldı. 11 yıllık kapatılmanın ardından CHP, 9 Eylül 1992 tarihinde yeniden açıldı. Bu açılışa öncülük eden 1980 öncesinin CHP Genel Sekreter Yardımcısı Erol Tuncer oldu. Tuncer’in açılışına öncülük ettiği partinin yönetimini Deniz Baykal ele geçirdi.
1980’e kadar CHP daha dışa ve topluma dönük bir yapıya sahipti. Bunda şüphesiz ülke ve dünya konjonktürü de etkiliydi. Demokratik kitle örgütleri siyasette daha etkiliydi, toplum daha politize idi ve yükselen siyaset sola eğilimliydi. Bu dönem CHP’si program ve projelerle, sosyal demokrat belediyecilik anlayışı ile döneme damgasını vurdu. Ancak başarısızlık da söz konusuydu. Nitekim 1979’da bu seçim sandığına da yansıdı. 1980 sonrasının CHP’sinde ise parti içi iktidar yarışı daha ağır bastı. Nitekim iç iktidarı takviye amacıyla sık sık tüzük değişikliği yapılarak, genel merkez ve genel başkan güçlendirildi.
Baykal sonrasında Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP, Baykal döneminde olduğu gibi yine birçok seçim yenilgisi yaşadı. Bu süreçte belki de tek başarı, 2019 yerel seçimlerinde kazanılan başarıydı. O süreçte Millet İttifakının ortaya çıkışı, CB hükümet sistemi karşısında yeniden parlamenter demokrasiye dönüş umudu yarattı. Muhalefet açısından diktatörlük eğilimi gösteren bir yönetim söz konusuydu ve ondan kurtulmak şarttı. Ancak iktidarı diktatörlükle suçlayan muhalefetin aday belirleme yöntemi de demokratik değildi. Kapalı kapılar ardında ve oy oranları birbiriyle eşit olmayan partilerin liderlerinin bir dayatması söz konusuydu. Ne kamuoyu yoklaması yapılmış ne de üyeler arasında bir önseçim yapılmıştı. Topluma demokraside öncülük etme iddiasında olan bir yapının adayını demokratik olmayan yollarla belirlemesi, üstelik toplumdan gelen tepkilerin görmezden gelinmesi kaçınılmaz sonucu beraberinde getirdi. Oysa demokratik yollardan, önseçimle aday belirlemek Türkiye’ye gerçek an8lamda demokraside sınıf atlatabilirdi. Bu fırsat kaçırıldı. Üstelik Erdoğan’ın karşısında görmek istediği tek adayla yola çıkmanın muhalefet açısından yol açacağı hüsran da görmezden gelindi. Hiç kimse Erdoğan neden Kılıçdaroğlu’nu istiyor sorusu sorulmadı. Nasılsa kazanılacağı varsayıldı. Bu noktada bir rüya görüldü ya da rüya gördürüldü. Üstelik bugün bile seçim yenilgisinin nedenleri akademik ya da politik olarak masaya yatırılmış değil. Oysa 1999’da hem seçim yenilgisinin nedenleri tartışılmış hem de Baykal istifa etmek zorunda kalmıştı. Gerçi Baykal parti içi oyunlarla bir müddet sonra tekrar parti yönetimine tekrar geri gelmişti.
Kendi adıma seçimler öncesinde aday belirleme yöntemi ve aday hakkında yazdıklarım net olduğu için bugün rahatlıkla tekrar konuyu ele alabiliyorum. Bugün geriye dönüp baktığımda 2023 CB seçimleri muhalefet açısından kazanılamayacak seçimler değildi. Adayla beraber masadaki dağınıklık kaybın ana nedenidir. Erdoğan karşısında kazanabileceği tek adayı muhalefete kabul ettirerek seçimi kazandı. Muhalefet ise “odunu göstersem kazanır” teziyle yola çıktı ve kaybetti. Rakibini küçümsedi, Macaristan seçimlerini deneyimini tekrarladı. Oysa muhalefet bu koşullarda seçim kazanamazsa ne zaman kazacaktı ki? Diğer taraftan gösterilen adayların CHP’nin tarihsel kimliğiyle örtüşmeyen bir yapıya dönüştüğünü teyit eder nitelikte olması seçmende ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. İlave olarak 4 küçük partiye verilen yüklüce milletvekili sayısı olayın tuzu biberi oldu. Seçim sonuçları % 48’lik kitle açısından ciddi bir hayal kırıklığı, umutsuzluk ve öfkeye yol açtı.
Aslında seçimlere genel olarak bakıldığında yarışın Erdoğan’ı istemeyenlerle Kılıçdaroğlu’nu istemeyenler arasında olduğunu söylemek gerekir. Dolayısıyla % 48’in Kılıçdaroğlu’na hevesle, şevkle bir oy vermesi söz konusu değildi.
Eğer muhalefet 2024 yerel seçimlerine, 2023 seçimlerin devamı olarak bakarsa hata eder. 2024 yerel seçimlerine 2028 CB seçimlerinin önsözü, başlangıç noktası olarak bakmak gerekir. Şüphesiz ki, 2024 yerel seçimleri, 2028 seçimleri için bir başlangıç noktası olacaktır. Seçim sonuçlarına göre 2028’e yönelik strateji oluşturmak gerekir. Muhalefet açısından 2024 seçimleri için iki risk var. Birincisi seçmenin öfkesi, bezginliği ve hayal kırıklığıdır. İkincisi ise muhalefetteki dağınıklığın iktidara yarayacak olmasıdır.
İyi Parti’nin muhalefet yapısından kopması ve üçüncü bir yol çizmesi kendisi açısından stratejik olarak doğru bir adım olarak görülmelidir. Çünkü İyi Parti, iktidar olamayacak olsa bile ana muhalefet olmaya odaklanmış gibi görünmektedir. Daha merkeze kayıp, hem CHP ve hem de MHP etkisinden kurulması, merkezdeki boşluğu doldurmasına imkan sağlayabilir. İyi Parti ilk kurulduğu dönemde böyle bir fırsat elde etmişti. Ancak sonra bu fırsatı kaçırdı. Şimdi tekrar buraya yönelmiş görünüyor. Bunun gerçekleşmeme ihtimali de az değil elbette. CHP’nin Atatürk’ün çizgisinden ve Cumhuriyetin kurucu değerlerinden uzaklaşan yapısı, parti içerisinde belli bir kimlik yapısının ağırlık kazanması ortalama Türk seçmenini tedirgin ediyor. İyi Parti’nin merkeze yönelik siyaseti CHP’nin ana muhalefetteki varlığı açısından ciddi bir tehdit oluşturabilir. Bir noktada CHP’nin varlığı AK Parti’nin iktidarı için büyük bir avantaj. Ancak diğer açıdan AK Parti’nin varlığı da CHP için avantaj. Seçmenin diğerine yönelmesine yol açıyor. İyi Parti’nin olası bir yükselişi ve merkez siyasette bir cazibe merkezi olabilmesi CHP ile yer değiştirmesini beraberinde getirebilir. Bu belki şu an için uzak bir ihtimal olarak görülebilir ancak geçmişte DSP’nin benzer bir rol üstlendiği unutulmamalıdır.
CHP’nin tarihsel kimliğini oluşturan iki ayak var. Birincisi Cumhuriyetin kurucu değerleri diğeri ise ortanın solu sonrasında ortaya çıkan sol değerler. Bu iki ayak birbirinden bir miktar farklı olmakla beraber, ülke ve dünyadaki değişimle uyumlu bir seyir de izledi. Atatürk’ün temellerini attığı Türk Devrimi’nin ilerici kimliği ile sol değerlerin kesişmesi elbette mümkündür. Türk Devrimi’nin çağdaşlaşmacı bir ulus-devlet projesi olduğu düşünülecek olursa, bu şaşırtıcı da değildir. Yeni CHP olarak tanımlanan yapı bundan uzaklaşarak, CHP’nin tarihsel kimliği ile barışık olmayan isimlerle yola çıkarak siyasetteki ağırlığını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya. AK Parti’nin karşısında ciddi iktidar adayının olmayışı nasıl AK Parti için ciddi bir avantaj ise, ana muhalefette de CHP’nin karşısında ciddi bir alternatifin olmayışı CHP için ciddi bir avantajdı. Ancak avantaj uzun süre devam etmeyebilir.
Bir başka açıdan bakacak olursak 100 yıllık tarihinde 27 yıla yakın bir süre CHP’nin tek başına iktidarı var. 2028’de AK Parti neredeyse bu rekoru yakalayacak. 1950 sonrasında ise CHP’nin ve türevi partilerin (DSP, SHP) koalisyon ortaklıkları da 15 yıla yakın bir süreyi kapsıyor. Dolayısıyla CHP, geçen yüzyıla damgasını vurdu dersek abartmış sayılmayız. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında ise mevcut CHP’nin böyle avantajı olmayacak gibi görünüyor. En azından mevcut haliyle. CHP, geçen yüzyıla damgasını vurduysa bunu devrimci/kurtuluşçu kimliğine ve zamana uyum sağlayarak dönüşmesine, ama dönüşürken de köklerinden kopmamasına borçlu. Oysa Yeni CHP’nin hem tarihsel köklerinden kopma eğilimine girdiği ve hem de geçmişteki dönüşümleri ölçüsünde başarılı bir dönüşüm geçirmediği açıktır.
Atatürk’ün “benim iki eserim vardır biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri CHP” dediği malumdur. İki eser de ciddi tehdit ve erozyon altında. Bu nedenle ulus-devlet ve laik Türk milli kimliğinden uzaklaşan, dinsel kimliğin ağır bastığı bir Türkiye ile karşı karşıyayız. CHP buna karşı bir set oluşturacağına, AK Partinin belli bir dinsel kimlik temeline dayanan siyasetine karşı CHP de başka bir dinsel kimlik temelli bir çizgiye kayarak hem mevcut iktidarın uzun süreli bir iktidarına kapı açıyor ve hem de Türkiye’nin Lübnanlaşma/Ortadoğululaşma tehlikesine karşı baraj oluşturmuyor.
Gelinen noktada Türkiye’nin karşı karşıya olduğu beka sorununa benzer bir şekilde CHP de bir beka sorunuyla karşı karşıya. Hem kendini güncellemek ve hem de tarihsel kimliğinden kopmamalı. Geçmişte bunu yapabilmiş ve kitleler için umut olabilmişti. Yine yapabilme ihtimali var mı? Var. Bunun yolu öncelikle bir CHP kimliği yaratmak, bölge ve kimlik siyasetini aşmaktan geçiyor. Pusula da net aslında. Cumhuriyetin kurucu değerleri ve çağdaş sol değerler.
1923’te İsmet Paşa, “Milli hareketin hiçbir anında hesapsız bir karar ve hesapsız bir cüret yoktur” demişti. Sanırım kararlı olmaya ve akla dayanan bir cürete ihtiyaç var. Bu noktada CHP’nin muhtaç olduğu kudret kendi tarihinde mevcuttur