6’lı masanın ortaklarından Gelecek Partisi genel başkanı Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanı adayı kim olursa olsun, süreçler ile ilgili genel başkanların imza yetkisinin olacağını söyledi. Türkiye’nin yakın tarihinde vesayetlerin önemli bir yeri olması nedeniyle Davutoğlu’nun sözleri de vesayet tartışmasını kaçınılmaz olarak beraberinde getirdi. Gerçekten de askeri vesayetten sivil vesayete kadar başka pek çok faktörün de etkisiyle Türkiye zayıf, kırılgan ve sığ bir demokrasiye sahip. Türkiye’de güçlü bir demokrasi inşa etmek adına yola çıkan 6’lı masanın güçlendirilmiş parlamenter demokrasi sürecinde cumhurbaşkanı üzerinde bir vesayet mi oluşturmak istemektedir? 6’lı masadaki oyları % 1 ile % 25 bandındaki partilerin liderlerinin eşit olarak cumhurbaşkanının kararlarını denetleyecek, kendilerinden bağımsız karar almasını engelleyecek bir güce sahip olmaları mümkün müdür? Bu demokratik midir? Oybirliği olmazsa kararlar nasıl alınacaktır? Bu, sistemde ve geçiş sürecinde tıkanmayı ve çatışmayı beraberinde getirmez mi? Söz konusu ifadeler geçmişin sorunlu koalisyon hükümetlerini ve vesayet tartışmalarını çağrıştırmaktadır.
Olası sorunlara değinmeden önce yakın tarihimizdeki ilk vesayet tartışmasına değinelim. 1908’de İttihatçılar II. Abdülhamit’in mutlak monarşisini devirip meşruti monarşiye geçilmesini sağladılar. II. Meşrutiyet ile birlikte parlamenter demokrasi süreci başladı. II. Abdülhamit’in yerine gelen Sultan Reşat, son derece sembolik bir padişahtı. Seçimle gelen bir Meclis vardı: Meclisi Mebusan. Bir de atamayla gelen senato karşılığında Ayan Meclisi vardı. Bunların ikisine birlikte Meclisi Umumi deniyordu. Gücün yasama organı mecliste ve yürütme organı olan hükümette olması beklenirdi. Ancak yönetimi elinde tutan İttihat ve Terakki’nin Merkezi Umumi’si oldu. Dağdan gelip silahla meşruti yönetimi kabul ettiren İttihatçılar, iktidarı doğrudan ele almadılar ilk başta. Ama iktidar üzerinde bir vesayet oluşturdular. İttihat ve Terakki Cemiyeti, kendisini Cemiyet-i Mukaddese (Kutsal Cemiyet) olarak tanımlamaktaydı. Cemiyet-i Mukaddese’nin Merkezi Umumi üyeleri bile gizli idi. Bu yapı hiçbir sorumluluk sahibi olmamakla beraber bütün gücü elinden tutan sorumsuz bir organdı. Hatta Birinci Dünya Savaşı’na girilirken bile Meclis kararı alınmamış, muhtemelen az sayıda Merkezi Umumi üyesinin bilgisi dahilinde savaşa oldu bitti şeklinde girilmişti.
1930’ların ortasında CHP Genel Sekreteri Recep Peker, yeni bir parti tüzük taslağı hazırlayarak İnönü aracılığı ile Atatürk’e sunduğunda parti yönetimine sorumsuz yetkiler verilmesine Atatürk şiddetle karşı çıkmıştı. Bu yetki, O’na İttihat ve Terakki’nin “merkezi umumi”sini çağrıştırmıştı. Bu konuda Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemişti:
“… bilir misin ki İttihat ve Terakki’nin başarısızlığa uğramasının en mühim sebeplerinden biri idareyi mesullerden ziyade, gayri mesullerin eline bırakmış olmasıdır. Bu yüzden memleketin her bakımdan ne kadar büyük, ne kadar ağır ziyanlara uğradığını biliyoruz”.
Nitekim, 1936’da valilileri CHP il başkanı yaptığında parti devlete değil, devlet partiye egemen olmuştu. 1939’a kadar kısa bir süre devam eden bu uygulama ile devletin partinin tekeline geçmesi tehlikesi böylece geçiştirilmişti. Dolayısıyla Avrupa’daki totaliter partilerin uygulamalarından ve İttihat ve Terakki deneyiminden uzak duruldu ve hatta engellendi. Sorumluluk sahibi olmayanların kullandıkları yetkilerin yol açabileceği sorunlar (bir oldubittiyle Birinci Dünya Savaşı’na girmek gibi) şüphesiz günümüz Türkiye’si için de dersler taşımaktadır.
Sonuç olarak 6’lı masada 6 parti liderinden biri aday olursa 5 liderin, liderlerin dışında birinin aday olması durumunda 6 liderin cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atanması mı söz konusu olacaktır? Aksi takdirde sorumsuz liderlerin güç sahibi olmasıyla karşı karşıya kalacağız. Üstelik liderlerin partilerinin aldıkları oy oranları farklı olacaktır. % 1 oyu olan partinin liderinin sistemi kilitleyici bir güce sahip olması sağlıklı olmayacaktır. Şüphesiz cumhurbaşkanı neredeyse mutlak monark gücüne sahip olacağı için liderler, seçilecek kişiyi etkilemek isteyeceklerdir. Elde edilen güç de kademeli olarak parlamento ve hükümete devredilecektir. Süreç içerisinde aksaklık çıkmaması uzlaşmaya bağlıdır. 3-5 yıllık bir süreç içerisinde güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilebildiği takdirde liderlerin cumhurbaşkanı üzerindeki etkisi sona erecektir. Liderler herhalde birer koalisyon ortağına dönecektir. Yoksa herhalde ortaya yeni bir İttihat ve Terakki’nin Merkezi Umumi’si çıkmayacaktır. Ancak hem seçim sürecinin hem de sonrasının zorlu ve uzun ince bir yol olduğunu hatırlatmak isterim.