Türkiye’de aydın cinayetleri İkinci Meşrutiyet döneminde başladı. Bunun nedenlerinin başında dönemin özgürlükçü ve çoğulcu yapısı karşısında iktidardakilerin muhaliflere tahammülsüzlüğü gelmektedir. Malum olduğu üzere cinayetleri işleyenler Makedonya dağlarından, komitacı örgütlenmelerden gelmekteydi. Diğer taraftan o dönemin koşulları dağılmakta olan bir imparatorluğun çoğulculuğu kaldıramayacağını, bunun ayrılıkçılığı tetikleyeceğini açık bir şekilde göstermektedir. Dolayısıyla dönemin siyasal iklimi ve insanları da demokrasiye uygun değildi. Tarihte İttihatçıların hanesine olumlu yazılacak pek çok olayın dışında, olumsuz haneye dönemin siyasal çatışma iklimini ve faili meçhul cinayetleri yazmak gerekir. 

İkinci Meşrutiyet dönemi faili meçhul cinayetlerinin başında gazeteci cinayetleri gelmektedir. Bunlardan ilki gazeteci Hasan Fehmi Bey cinayetidir (1909). Hasan Fehmi Bey ilk basın şehidi olarak kabul edilir. Onu 1910’da yine gazeteci Ahmet Samim cinayeti izledi. Bu, ikinci gazeteci cinayetidir. Söz konusu cinayetlerin ardından İkinci Meşrutiyet döneminde siyasal kutuplaşma giderek tırmandı. Tarihimizdeki ilk siyasal partiler de bu dönemde kurulmuştu. 23 Ocak 1913’teki Babıali Baskını tarihimizdeki ilk modern askeri darbedir/ilk hükümet darbesidir. Bunun ardından Sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa, 6 ay geçmeden muhaliflerce öldürüldü. İttihatçı-İtilafçı kavgası İkinci Meşrutiyet yıllarının ardından Milli Mücadele yıllarına kadar devam etti. İttihatçılar, İstiklal Savaşı saflarında yer alırken rakip parti Hürriyet ve İtilafçılar karşı safta yer aldı; düşmanla işbirliği yaptı. Hürriyet ve İtilafçı olup İstiklal Savaşını destekleyen iki istisnai isim sayılabilir: Dr. Rıza Nur ve Emir Paşa (Marşan).

Milli Mücadele döneminde faili meçhul cinayetler olarak 1921’teki Mustafa Suphi ve 1923’teki Ali Şükrü Bey cinayeti akla gelmelidir. Bu cinayetlerin ardından ilk faili meçhul cinayet çok partili yaşama geçiş döneminde, Sovyet aleyhtarlığının ve anti-komünizmin yükseldiği bir ortamda gerçekleşen Sabahattin Ali cinayetidir (1948). Aradaki 25 yıllık dönemde bir faili meçhul cinayete rastlanmamaktadır.

Sonraki on yıllarda anılması gereken cinayetler arasında 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden sürecin kilometre taşları arasında yer alan gazeteci, akademisyen, politikacı ve diğer mesleklerden aydınların öldürülmesi izlemektedir:

Doğan Öz: 24 Mart 1978.

Abdi İpekçi: 1 Şubat 1979.

İlhan Darendelioğlu: 19 Kasım 1979.

Cavit Orhan Tütengil: 7 Aralık 1979.

Ümit Kaftancıoğlu: 11 Nisan 1980.

Gün Sazak: 27 Mayıs 1980.

Nihat Erim: 19 Temmuz 1980.

Kemal Türkler: 22 Temmuz 1980.

Bu aydın cinayetleri, sağ-sol çatışması ve tırmanan terör, ekonomik sorunlar/kriz, istikrarsız hükümetler ve siyasal sistemindeki tıkanmışlık 12 Eylül askeri darbesinin kapısını açtı.

1980 sonrasında seri faili cinayetlerin başlangıç noktası Soğuk Savaş’ın bitişidir. 1980 öncesinde öldürülen aydınların seçiminde sağ ve sol çatışmayı tırmandırıcı bir şekilde seçimin yapıldığı dikkat çekmektedir. Soğuk Savaşın bitiş noktasında öldürülen aydınların ise sol/Kemalist çizgide isimlerden seçilmesi söz konusudur:

Muammer Aksoy: 31 Ocak 1990.

Çetin Emeç: 7 Mart 1990.

Turan Dursun: 4 Eylül 1990.

Bahriye Üçok: 6 Ekim 1990.

Uğur Mumcu: 24 Ocak 1993.

Ahmet Taner Kışlalı: 21 Ekim 1999.

Necip Hablemitoğlu: 18 Aralık 2002.

Genel anlamda öldürülen aydınlar önemli kanaat önderleriydi. 1990’larda öldürülenler ise etkin, kamuoyunda ağırlıkları olan, Atatürk’ten yana, Cumhuriyet’ten yana isimlerdi. 1980 sonrasında Türkiye’nin Atatürk’ten ve Kemalizm’den uzaklaşması, Ilımlı İslam’a yönelmesi, ABD açısından kullanışlı hale getirilmesi yönünde Paul Henze ve Samuel Huntington gibi isimlerin söyledikleri hatırlanmalıdır. Kemalist ve laik/seküler kimliği önde olan, ulus devletten yana oldukları açık olan bu isimler, 40 yıllık süreçte gelişen Kürtçü/etnikçi hareketlerle İslamcı/Ümmetçi hareketlerin önünde en büyük engellerdi. Onların öldürülmeleri, Laik Cumhuriyeti savunmasız bırakan unsurlar arasındaydı.

Yukarıda adı geçen isimlere faili meçhul olarak Ali Gaffar Okkan, Eşref Bitlis ve Musa Anter cinayetlerini de eklemek gerekir.

Sol/Kemalist çizgideki aydınlar o dönemde Atatürk ve Cumhuriyetin ağır saldırıya maruz kaldığı, İkinci Cumhuriyet tartışmalarının yapıldığı, siyasal zeminde ciddi destek gördüğü ortamda birer birer ortadan kaldırıldılar. O dönemde cinayetlerin ardından “Bir ölür, bir doğarız” dense de hiç de öyle olmadı, yerleri doldurulamadı. Laik Demokratik Cumhuriyeti savunanların öldürülmesi, Cumhuriyeti de savunmasız bıraktı (Ergenekon-Balyoz’dan 15 Temmuz’a kadar!). Post Kemalist (!) bir çağın, Ortaçağlaşmanın, Balkanlaşamanın ve Ortadoğululaşmanın önü açıldı. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı isimler köşe başlarını tuttular, kanaat önderi haline geldiler. Liberal-muhafazakar isimlerin saldırısı altında Kemalizm, Atatürk ve Tek parti dönemi düşmanlığı yapılırken Osmanlı ve Ilımlı İslam düşüncesi topluma zerk edildi. Günümüz Türkiye’sinin temellerinin o yıllarda atıldığını söylemek abartı olmayacaktır. Bu cinayetler emperyalizmin içerideki aparatlarının ürünüydü.

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, ümmetten millete geçişi hedefliyordu. Bir Ortadoğu ve Ortaçağ toplumunu, çağdaş dünyanın ve insanlık aleminin saygın bir üyesi kılmayı, Türk kimliğini bütün etnik ve dini unsurları kapsayacak bir ortak milli kimliğe dönüşmesini istiyordu. 1923’te İstiklal Savaşı’nın ardından kurulan Cumhuriyetin önündeki hedef demokrasi, çağdaş bir toplum ve devlet, hukuk devleti idi. Cumhuriyetin ilk yüzyılında kısmen gerçekleştirebildiğimiz bu hedef halen ulaşılmayı bekliyor. Bunun için mücadele edecek azmimiz var. Çünkü Necip Hablemitoğlu’nun dediği gibi;

“Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk'ün manevi mirasçısı olarak 'evet, değer' diyorum. Çünkü Türk'üm ve başka Türkiye yok”.

Bütün moral bozukluklarını geride bırakarak, Cumhuriyetin 10. Yılındaki coşkuyla, Atatürk’ün önümüze koyduğu hedefi gerçekleştirmek görevimizdir. Şüphesiz Son Kuvvacı kalana kadar mücadele etmek esastır. Buradan sayının az olduğu sonucu çıkmasın. Şüphesiz Kuvvacıların/Müdafaai Hukukçuların sayısı çoktur. Sorun, örgütlü olamayıştır. Örgütlenenler kazanacaktır. Geçmişte kazandılar. Tarih tekrar eder. Neticeyi belirleyen gayret ve dayanışmadır.