Allah sizi bir topraktan, sonra bir spermden yarattı. (Fatır suresi 11.ayet)

Yaratılışımızın hamuru çamur olmasına rağmen bu kelimeye verilen küçültücü, alçaltıcı anlama şiddetle karşı çıkıyorum. Çamur, pislik ve utanç anlamlarında kullanılan bir kelime olamaz. Çünkü çamur olmasaydı insanlar hem yaratılmamış, hem de uygarlığa ulaşmamış olacaklardı. Dünyanın her yerinde binalarımızın çoğu tuğladan yapılmıştır. Tuğla ise fırında pişirilmiş çamur parçalarından başka bir şey değildir. Anadolu’nun yanı sıra Felemenk’in tertemiz küçücük evleri, New York’un küstah gökdelenleri fırından çıkmış çamur yığınlarından başka bir şey değildir. Eski Babil’de tuğlaya daha da büyük önem verilirdi, çünkü üzerlerine çivi yazılarıyla tanrılara ilahiler, krallara övgüler kazılırdı. En faydalı, en asil sanatlardan olan heykelcilik, seramik balçık çamur olmasaydı düşünülemezdi bile. “Terrakota”lar, ki pişmiş toprak demektir, isimlerinden de anlaşılacağı gibi, sanatçıların elleriyle ahenkli biçimde yoğrulmuş balçık parçaları olmakla kalmıyor, aynı zamanda mermer ve tunç heykellerin çoğu önce çamur kalıplar halinde yapılmış, sonra yontulup dökülmüşlerdir. Elinde çekiç, mermer yontan bir dev gibi düşünülüp heykelleri yapılmış olan Michelengelo bile yarattığı yapıtların taslaklarını Arno veya Tiber nehirlerinin çamurlarından hazırlardı. Kutsal kitaplarda, en büyük ve ilk heykelci Tanrı; Adem’i çamurdan ve kendini örnek tutarak yarattı denilmiyor mu? Homeros, nilüfer yiyen ve her şeyi unutan “Lotofajlar”  diyarında birtakım ilkel toplumların çamurla beslendiklerini anlatır. Zaten yediklerimizin çoğu güneşte gelişip büyüyen bir çeşit çamur özünden gayrı nedir ki? Herodot, Mısır’ın dillere destan bereketini, Nil nehri çamuruna borçlu olduğunu yazar. Nil’in bıraktığı çamur az olunca Firavunlar memleketinde kıtlık olurmuş. Çamurun yenilen ve içilenle her zaman ilgisi olmuştur. Eski devirlerin çoğu boyalı ve süslü çömlekleri, günümüzde fakirleri sevindiren kap kacakları hep fırınlanmış çamurlardan yapılmıştır. Etrüks, Grek, İspanyol, Çin. Peru testileri, sürahileri, Rönesans fayansları dünya müzelerinde camekânlarda saklanır. Ama çamurun değerlerinden en şereflisi, en dikkati çeken, en açıklayıcı olanı, şimdiye kadar tarihçilerin gözünden maalesef kaçmıştır. Dünyada en büyük medeniyetler çamurda doğup gelişmiştir. Firavunlara imparatorluk kuran Afrikalı göçebeler, yerleşmek için Nil vadisini seçmişleridir. Asur ve Babilliler, şehirlerini Mezopotamya’nın sulak topraklarında kurmuşlardır. Çin’in ilk medeniyet ocağı Hoang-Ho göllerinde idi. Felemenkler, topraklarının çoğunu denizden zapt etmiştir. Avrupa’nın en ünlü şehirleri de çamurdan çıkmıştır. Floransa vadisi Arno nehri ile dağlar arasında bir bataklıktır. Paris, Sen nehrinin balçık kıyılarından yükselmiştir, eski adı olan Luteçya kelimesi de balçık anlamına gelir. Venedik, geniş sığlığının çamur adacıkları üzerine kurulmuştur. Berlin, Spree ırmağının ve Petrograd Neva’nın ağzındaki bataklıklar üzerinde serpilip gelişmiştir…
Kısacası Dünya tarihi şöyle özetlenebilir: Medeniyetler çamurda başlıyor, kanda bitiyor…

Işık ve sevgiyle kalın!