ÖZEL HABER

Atatürk’ün tarih bilgisinin derinliği

Abone Ol

Atatürk, Türk Devrimi’nin lideri olarak ümmet kimliğine dayalı bir toplumu Türk milli kimliği etrafında birleştirme yolunda büyük adımlar attı. Din temelli bir toplumu millet temelli bir topluma, yeni kurulan devleti Türk ulus devleti olarak şekillendirmeye girişti. Bunu yaparken tarih önemli bir araçtı. Nitekim Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunun nedenlerinden biri de buydu. 10. Yıl Nutku’nda söylediği de, Türk tarihinin eskiliğine vurgu yaparak yeniden Türklüğün insanlık aleminin saygın bir üyesi haline gelmesiydi: “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki gelişimi ile, geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”

Atatürk, geniş bir tarih bilgisine sahipti. Anıtkabir’de bulunan kitaplığı incelendiğinde kitaplığında eserlerin büyük bir bölümünü tarih kitaplarının oluşturduğu görülmektedir. Üstelik bu tarih kitapları Türk ve İslam tarihinin yanı sıra çok daha geniş bir alana yayılmaktadır. Nitekim bu tarih bilgisinin daha erken dönemlerde Atatürk’ün konuşmalarına yansımıştı. Bunlardan biri de 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde yaptığı açılış konuşmasındadır.

İzmir’de yaptığı konuşmada Osmanlı tarihini iktisadi açıdan değerlendiren Atatürk, Osmanlı padişahlarının fetih siyaseti izlerken (kılıç) iktisadi siyaseti (saban) siyaseti karşısında gerilediğine dikkat çekti. Ona göre, Osmanlı Devletinin asli unsurları fetih peşinde koşarken diğer unsurların ekonomik gelişimi ve üretime/sabana sarılmaları, Osmanlı’nın sonraki süreçte bu topraklardan kovulmasına yol açtı.

Atatürk konuşmasının bir yerinde şöyle bir ifade kullandı; “Fakat efendiler alelacele fetih yapanlar, sapanla fetih yapanlara sonuçta yerlerine terk etmek zorundadır (Alkışlar). Bu bir gerçektir ki, tarihin her devrinde aynen tekrar etmektedir. Mesela Fransızlar Kanada'da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bir müddet kılıçla sapan birbiriyle mücadele etti. Ve nihayet sapan galip geldi ve İngilizler Kanada'ya sahip oldu. (Alkışlar) Efendiler; Kılıç kullanan kol yorulur, fakat sapan kullanan kol her gün daha çok kuvvetlenir ve her gün toprağa daha çok sahip olur (Alkışlar)”.

Kanada’da Fransız-İngiliz rekabetinin boyutunu Atatürk’ün bilmesi ve bunun üzerinden karşılaştırmalı bir şekilde kendi tarihimize bağlaması hayranlık uyandırıcıdır. Bu noktada gerçekte Kanada’da neler olmuştu? Onlara bakmakta fayda var.

16. yüzyılın ilk yarısında Fransa adına Jacques Cartier, Kanada topraklarını keşfeden isim oldu. Cartier 1534-1536 yıllarında Saint-Laurent Körfezini buldu ve günümüzdeki Montreal ve Québec bölgelerine kadar ilerledi. Bu toprakları da, Fransa toprağı ilan etti. O dönemde “beyaz adam” keşfettiği toprağı kendinin sayıyordu. Kanada topraklarında değerli madenler bulunmadığından burası çok da ilgi görmedi. Ayrıca coğrafyanın sahip olduğu soğuk iklim de önemli engellerden biriydi. Issız Kanada toprakları başlangıçta morina balığı avcıların uğradı yerler olmaktan öteye geçemedi. Bölgedeki bir diğer ekonomik faaliyet ise kürk ticaretiydi. Fransızlar bölgenin kaynaklarından yararlanmaya çalışırken Hıristiyanlığı yaymaya da gayret ediyorlardı. Kanada toprakları 1629’da İngilizlerin eline geçse de Fransa bu toprakları 3 yıl sonra geri aldı (1632). Kanada topraklarının önem kazanmasına binaen buraya göçmen ve paralı gönüllüler göndermeye başladı. İngiliz hakimiyeti bu noktada geçici olsa da takip eden yüzyılda kalıcı hale gelecektir. Üstelik nüfus olarak İngiltere kökenli kolonicilerin sayılarının çokluğu karşısında Fransızlar azınlıkta kalacaktı. 7 Yıl Savaşlarının ardından Kanada, İngiltere’ye bırakıldı (1763). İngiliz göçmenler Kanada’ya hızla yerleşmeye başladı. Daha güneyde ABD’yi oluşturacak 13 koloniye 17. Yüzyılın başlarından itibaren zaten ciddi bir İngiliz nüfus yerleşmişti. Bu kez kuzeyde, Kanada topraklarında İngiliz yerleşimi hızla arttı ve 13 koloninin bağımsızlığı sürecinde (ABD’nin bağımsızlığı) Kanada İngiltere toprağı olarak kaldı. Hatta güneyden kuzeye (ABD’den Kanada’ya) göçler meydana geldi. İngiltere’ye bağlı kalanların kuzeye göç ettikleri görüldü.

Amerika kıtasında Fransa karşısında İngiltere’nin kazanmasının nedenlerinden biri de nüfustu. Fransızların egemenliğinde iken Yeni Fransa olarak tanımlanan Kanada topraklarındaki Fransız yerleşimci sayısı 50 bindi. Bu noktada Kuzey Amerika’daki İngiliz yerleşim sayısı ise 1 milyondu. Aradaki fark devasaydı.

Ünlü tarihçi Marc Ferro, Sömürgecilik Tarihi adlı kitabında (İmge Yay., Ankara, 2002, s. 84) Atatürk’ün tespitine benzer bir saptamada bulunmaktadır: “… başlarda ticari nitelikli olan Kanada’daki Fransız varlığı, zamanla küçük bir askeri imparatorluk haline gelen Katolik bir Fransız toprağına dönüşmüştü”. Fransız monarşisi güçlü ama aristokrat sınıfı ticarete yabancıydı. Dolayısıyla bu bakımdan İngilizlerin tam tersiydi. Üstelik Anglikan İngilizlerin ticari kabiliyeti ve koloni kültürleri Katolik Fransızların çok ilerisindeydi.

Atatürk döneminde okutulan Tarih ders kitaplarında da İngiliz sömürge ve koloni siyasetinin Fransa’ya göre neden daha başarılı olduğu ayrıntılı bir şekilde ve karşılaştırmalı olarak ele alınmaktadır (Tarih III, Yeni ve Yakın Zamanlar, Devlet Matbaası, İstanbul, 1933).

Atatürk, İzmir’de İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada, yeni Türkiye’nin bir fetih devleti olmayacağını, ekonomiyi ihmal etmeyeceğini belirtmiş; sabanın kılıçtan üstünlüğüne dikkat çekmişti. Kılıç tutan el yorulur, sabah tutan el ise daha da güçlenirdi. Tarihten örnek olarak da İngilizlerin Fransızları Kanada’da izledikleri politikalarla tasfiye etmelerini bile dikkatle tespit edebilmişti. Atatürk’ün bundan 101 yıl önce İzmir’de yaptığı tespit, bir zihniyet devrimini temsil etmekteydi. Osmanlı’nın çöküşünü de haklı bir tespitle ekonomiye bağlamaktaydı. Ekonomik anlamda kalkınarak, üreterek değişen dünyaya uyum sağlamak esas olarak benimsenmişti.

Atatürk konuşmasında şunları da söylemişti:

“Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle taçlandırılmazsa sonuçta kalıcı olamaz. En kuvvetli ve parlak zaferimizi de taçlandırmak için ülkeyi kalkındırmak için iktisadi egemenliğimizi sağlamak ve sağlamlaştırmak gerekir”.

Kurtuluşun ve kuruluşun sembol kenti olan İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ve Atatürk’ün önümüze koyduğu hedefler hala ulaşılmayı bekliyor. Tam bağımsızlık yolu, ekonomik kalkınma ve ekonomik bağımsızlıkla, kendine yeterli olmakla ve dışa bağımlılıktan kurtulmaktan geçiyor.