Rusya’nın son 300 yıllık tarihine baktığımızda otoriter hatta totaliter liderlerin tarihi olduğu görülmektedir. Üstelik rejimlerin farklı olması durumu değiştirmemektedir. Çarlık döneminde Petro, Sovyetler Birliği döneminde Stalin ve günümüzde Putin. Farklı karakterler olmalarına rağmen otoriter kimlikleri ortak noktalarıdır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Putin Rusya’yı toparlayan isim oldu. Ancak kaybedilen toprakları tekrar geri alma ya da eski etki alanlarında tekrar nüfuz elde etme, Sovyetler Birliği dönemine benzer bir güce ulaşma isteği Putin’in toparlayıcı ama otoriter liderliğinden sonra açık bir şekilde hissedilmektedir.
Rusya Federasyonu, Ukrayna’ya yönelik işgal girişiminden sonra en hareketli 24 saatini, 24 Haziran günü yaşadı. Paralı asker örgütlenmesi olarak son yıllarda dikkat çeken Wagner grubunun lideri Yevgeni Prigojin bir isyan girişiminde bulundu. İsyan girişiminin devamı gelir mi bilinmez ama Putin’in de oluru doğrultusunda Belarus Devlet Başkanı aracılığında uzlaşma sağlandı. İsyanın aniliği kadar, kısa sürmesi de olayın önemini ortadan kaldırmıyor. Çünkü Prigojin’in zırhlı araçlar ve paralı askerlerden oluşan bir konvoyu başkent Moskova’ya doğru harekete geçirmesi, bana Kurtuluş Savaşı sırasında Ethem’in özel birlikleri olan Kuvayı Seyyare ile ayaklanmasını hatırlattı.
Prigojin, kamuoyuna yaptığı duyuruda "24 saat içinde Moskova'nın 200 km yakınına ulaştık. Bu süre içinde savaşçılarımızın kanından tek bir damla bile dökülmedi" dedi. Bu noktada Prigojin gücünü de göstermiş oluyordu. Prigojin darbe değil adalet peşinde olduğunu ifade etti. Ukrayna Savaşı’nda ön saflarda yer alan Wagner birliklerinin ve liderinin/patronunun uzun süredir Genelkurmay Başkanı Valeri Gerasimov ve Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile çekişme içinde olduğu biliniyordu. Bu süreçte Şoygu-Gerasimov ekibinin, Wagner grubunu denetim altına almaya yönelik girişimi iplerin kopmasına yol açtı.
Prigojin uzun süredir, askerlerine yeterli silah ve cephane sağlamadıkları için Şoygu ve Gerasimov'a tepkiliydi. Üstelik Putin, bu ikilinin Ukrayna'da savaşan tüm paralı askeri unsurları savunma bakanlığına bağlanmasına yönelik kararını destekleyince bunu kendisine karşı operasyon olarak gördü ve karara uymayı reddetti.
Rusya Devlet Başkanı Putin, Prigojin’in ayaklanmasını vatana ihanet ve ülkeyi arkadan hançerlemek olarak tanımladı. Putin eski dostuna karşı bsert tepki göstermekte haksız sayılmazdı. Ukrayna Savaşı bu kadar uzamış ve tıkanmışken yaşananlar Batı’da acaba Putin’den kurtulabilir miyiz umudu yarattı ama umut kısa sürdü. Belarus’un devreye girmesiyle uzlaşma sağlandı ve Prigojin, isyancı birliklere Moskova’ya doğru hareket için verdiği emri geri aldı ve birliklerin üslerine geri dönmesini emretti.
Uzlaşmaya göre Moskova yönetimi, Prigojin'in Belarus'a gitmesini kabul etmekte ve O’na yönelik herhangi bir cezalandırmada bulunmayacaktı. Ayrıca isyana katılan Wagner birlikleri için de Moskova yönetimi af sözü verdi.
Aslında son günlerde Rusya’da bu konuda yaşananlar, Kurtuluş Savaşı sırasında Ethem’in ve onun silahlı gücü Kuvayı Seyyare’nin denetim altına alınması ve düzenli ordunun/İsmet Bey’in (İnönü) emrine girmesinin istenmesinin isyanını tetiklemesine benzemektedir.
Ethem, Çerkes kökenli bir aileden gelmekte olup Bandırma doğumlu. Ali Bey’in 5 oğlundan en küçüğü Ethem. İki ağabeyi Rum eşkıyalarıyla çatışırken ölmüş, iki ağabeyi de subay olmuştu. Subay olan iki ağabeyinden biri olan Reşit, pek çok cephede görev aldı. 1919’de toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Saruhan (Manisa) milletvekili olarak yer aldı. Meclisin dağıtılması üzerine Ankara’ya geçerek Birinci Meclis’te yer aldı. Ethem ise ağabeyleri gibi subay olamadı. Babasına rağmen evden kaçarak küçük zabit (astsubay) mektebine girdi. Balkan Savaşı sırasında yaralandı. Kuşçubaşı Eşref’in yönettiği Teşkilatı Mahsusa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki faaliyetleri çerçevesinde Irak, İran ve Afganistan’da görev yaptı. Ethem, tavır ve tarz olarak eşkıyalığa yatkındı. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonunda İzmir valisi Rahmi bey’in oğlunu kaçırıp yüklüce fidye aldı. Onu eşkıyalıktan kahramanlığa geçiren Yunan işgaliydi. Yunan işgali karşısında Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe gibi isimlerden farklı olarak örgütlenmeyi tercih etti. Kuvayı Seyyare denilen Ethem’in sıkı komutası altındaki birlikler, devlet içinde devlet, ordu içinde ordu gibiydi. İyi maaş alırlardı, sertlik yanlısı tavırlarıyla kimsenin emrine girmeyen başı buyruk kuvvetlerdi.
Mondros sonrasında ordunun önemli bir bölümünün terhis edilmesi ve sadece iskelet niteliğinde bir takım askeri unsurların kalması, Padişah ve İstanbul Hükümeti’nin işbirlikçi tavrı karşısında işbirlikçi tavrı, isyanlar ve işgal Ethem’in önemini arttırdı. İç isyanların bastırılmasında oynadığı rol ve Yunan ilerleyişi karşısındaki gerilla savaşı, Ethem’in narsizmini ve liderlik arzularını kamçıladı.
Anzavur ayaklanmasından Yozgat ayaklanmasına kadara pek çok ayaklanmayı başarılı bir şekilde bastırmakla beraber, isyancıları yargılamadan derhal idam ettirdi. Bu tavrı Birinci Meclis açısından kabul edilebilir bir durum değildi. Üstelik bu yargılamaları yapacak İstiklal Mahkemeleri gibi kurumlar da vardı. Ethem’in kendi üzerinde otorite tanımaz tavrı, Ankara’dakileri küçümser hali ileride olacakların habercisi gibiydi. Ethem’in düzenli orduya uyum sağlamaktaki sıkıntısı ilk olarak Ali Fuat Paşa ile giriştikleri başarısız Gediz harekatı sırasında somut olarak ortaya çıktı. Yunan ordusuna karşı yapılan harekat başarısız oldu.
Birinci Meclis’in açılmasının ardından ordunun yeniden şekillendirilmesi ve yapılandırılmasına girişildi. Burada Fevzi Paşa (Çakmak) ve İsmet Bey (İnönü) önemli bir misyon yüklendiler. Ankara’ya bile küçümseyerek bakan Ethem’in Batı Cephesi komutanı İsmet bey’in emrine girmek istemeyişi, bir isyan olduğu kadar bir liderlik mücadelesi niteliği de taşıyordu. Düzenli ordu içerisinde ve emir-komuta zinciri çerçevesinde yer almak istemeyen Ethem, Birinci İnönü Savaşı’nın hemen öncesinde ayaklandı. Bu, Yunan kuvvetleri için bir fırsat da yarattı. Yeni kurulan Türk ordusu iki ateş arasında kaldı. Türk ordusu Ethem kuvvetlerini dağıttı, isyanı bastırdı ve Ethem de düşmana, Yunan kuvvetlerine sığındı. Yunan kuvvetlerinin Büyük Taarruz sonrasında vatan topraklarından atılması üzerine Ethem, Yunanlarla beraber ülkeyi terke tti. Ölene kadar da Türkiye aleyhine faaliyetler içerisinde yer aldı. 150’likler listesinde de yer alan Ethem, ülkeye af çıkmasına rağmen dönmedi. Özetle Ethem’in askerlikten/Teşkilatı Mahsusa’cılıktan eşkıyalığa, eşkıyalıktan kahramanlığa, kahramanlıktan ihanete uzanan hikayesi bu şekildedir.
Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda Ethem’in ihanetini şöyle anlatır:
“ve 29 Aralık Kütahya
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları
koyun ve sığır sürülerini önlerine katıp
düşmana geçti
yürekleri karanlık
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü
atları ve kendileri semizdiler…
Ateşi ve ihaneti gördük”
Ethem, Çerkes kökenliydi. Ancak isyanı bireyseldi. Kurtuluş Savaşı’na katkısı olan, öncülük eden o kadar çok Çerkes var ki: Bekir Sami Günsav, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Emir Marşan… Diğer taraftan bir başka Çerkes, Ahmet Anzavur’un ayaklanmasını bastıran yine bir başka Çerkes, Ethem’di. Neticede Ethem’in ihanetini kimlik üzerinden değil kişisel hırs üzerinden açıklamak daha yerinde olacaktır.
Prigojin ve Wagner’e dönecek olursak, Ethem ve Kuvayı Seyyare ile aralarında benzerlikler kurmak mümkün. Ethem’in birliklerini de bir tür paralı askerler olarak tanımlamak mümkün. Arada farklar da var elbette. Ethem işgal edilen bir ülkenin insanı ve bir tür paralı askerlerini de işgalcilere karşı kullanmış. Prigojin ise işgal edilen ülkenin değil, işgal eden ülkenin paralı askerlerinin komutanı. Ethem, işgalci güçlere katılırken, Prigojin komşu ve dost ülkeye sığınıyor. Hikayenin devamı nasıl gelişecek zaman gösterecek. Şüphesiz tarihte olaylar aynen tekrar etmez ama her zaman benzerlikler kurmak mümkün.
İyi bayramlar…