Geçtiğimiz yıl içerisinde Türkiye 386 kadın cinayeti yaşandı. Bu acı tablonun çarelerini aramak gerekir. Bunu düşünmek yerine başörtüsü konusu yine suni olarak gündeme geldi. Görülen o ki kadın cinayetleri değil ama başörtüsü siyasetin malzemesi yapılıyor. Örneğin iddialardan bir tanesi tek parti döneminde CHP’nin örtünmeyi yasakladığı şeklinde…
Belgelerle Gerçek Tarih Dergisi adıyla yayın yapan bir internet sitesinde “M. Kemal Atatürk’ün kadın giyimi konusunda bir kanun çıkarmaması, bazı çevrelerce onun örtünmeye karşı olmadığına bir delil olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa örtünmek (Çarşaf ve Peçe vs.) onun döneminde yasaklanmıştı.[1] Hakkı Uyar’ın da belirttiği gibi, yasaklama kararı, Şapka’ya ilişkin düzenlemeden farklı olarak, bir yasa çıkarılmadan fakat ‘yerel önlemlerle’ uygulanmaya çalışılmıştı.[2]” görüşüne yer verilmektedir.
(Bkz. https://belgelerlegercektarih.com/2013/07/01/ataturk-ortunmeye-karsi-degil-miydi/)
Derginin 1 ve 2 numaralı dipnotlarında benim iki makaleme atıf yapılıyor:
"Çarşaf, Peçe ve Kafes Üzerine Bazı Notlar", Toplumsal Tarih, sayı 33, Eylül 1996.
"Tek Parti Döneminde Denizli'de Siyasal Hayat", Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu, Denizli, Eylül 2006, Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildiriler 6-7-8 Eylül 2006.
Bu iki yayına ek olarak konuyla bağlantılı üçüncü bir makalem daha var:
"Fes ve Çarşaf Üzerine", Bugünün Bilgileriyle Kemal'in Türkiye'si, La Turquie Kamaliste, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 2012.
Bu yayınlarımın hiç birinde Atatürk döneminde örtünmenin yasaklandığını söylemiyorum. Söylediğim şey Atatürk döneminde çarşaf ve peçenin yasaklandığı… Çarşaf ve peçenin yasaklanması, örtünmenin yasaklandığı anlamına gelmiyor. Neden o anlama gelmediği konusuna gelmeden önce süreç ve amaç hakkında bilgi vermek isterim.
Modernleşmeye yönelen batı dışı toplumlarda kılık ve kıyafete yönelik müdahale sıklıkla görülmektedir. Rusya’da (Petro dönemi), Japonya’da (Meiji dönemi) ve Cumhuriyet öncesinde Osmanlı’da bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Atatürk’ten önce kıyafete yönelik ilk düzenlemeyi yapan isim, II. Mahmut’tu. Bürokratik Osmanlı modernleşmesi devleti modernleştirmenin derdindeydi. Bunun bir parçası olarak hedefinde memurlar ve doğal olarak erkekler vardı. Onların kıyafetleriyle de modernleşmesi isteniyordu.
II. Mahmut, memurlara sadece fes giydirmekle kalmamış, pantolon-ceket (redingot) giyme zorunluluğu da getirmişti. II. Mahmut döneminde gavurluk alameti olan fes, 100 yıl sonra gelenekselleşmiş ve bunun sonucunda da dinselleşmişti. Kaldırılması gündeme geldiğinde (1925) ise, tamamen dinsel bir sembol haline gelmişti. Başlangıçta fes “püsküllü bela”, II. Mahmut ise “gavur padişah” olarak tanımlanmaktaydı. Sıradan halk ise, fes gibi standart bir başlık takmak zorunda olmadığı için “başıbozuk”tu.
Kemalist modernleşme projesi, Osmanlı modernleşmesinden farklı olarak, köktenciydi/radikaldi; sadece devleti değil, toplumu da modernleştirmek iddiasındaydı. İnşa edilen modern ulus devlet’in (Türkiye Cumhuriyeti) ulus’unun (Türk milleti) da modern olması isteniyordu. Osmanlı’nın sembolize ettiği geleneksel toplumun tüm kurumları (saltanat, hilafet, fes, çarşaf ve peçe, medrese, Mecelle, dinsel hukuk…) tasfiye edilerek yerlerine modern toplumun kurumları getirildi. Yapılan bu devrimleri sadece laikliğin bir gereği olarak görmemek gerekir; bunları aynı zamanda milliyetçiliğin (seküler bir ulus inşa sürecinin) ve modernliğin (medeniliğin/asriliğin) bir parçası olarak görmek gerekir. Batılılara, fesin, çarşaf ve peçenin Osmanlı’ya (geleneksel topluma) ait olduğu, modern Türkiye’de bunların yerinin olmadığı sürekli anlatılmak ve gösterilmek amacı güdülmekteydi. Batı’nın Doğu’ya ilişkin oryantalist bakış açısının izleri ortadan kaldırılmak isteniyordu. Türkiye’nin modern ve Türklerin de her şeyleriyle –kılık kıyafet dahil- Batılı bir ulus oldukları vurgulanmaktaydı.
Tarihsel olarak bakarsak genelde giyim ve özelde de örtünme sorunu, Doğulu toplumların temel sorunlarından biriydi. Özellikle başın nasıl örtüleceği meselesi, sadece kadın için değil, erkek için de ciddi bir sorundu. Bu konu gayrimüslim azınlıkları da kapsamaktaydı. Örneğin Lübnan’ın dağlık bölgelerinde yaşayan Hıristiyan bir Arap olan Butros da (ünlü yazar Amin Maalouf’un dedesi), şapka takmadığı ve başı açık gezdiği için köylülerce dinsizlikle/tanrıtanımazlıkla suçlanıyordu (Amin Maalouf, Yolların Başlangıcı, (çev. Samih Rıfat-Aykut Derman), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004). Dolayısıyla başın örtülmesi sorunu din farkı gözetmeksizin ve kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın bir coğrafya ve kültür sorunu olarak da ortaya çıkmaktaydı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kıyafet devrimine ilişkin yasal düzenlemelerden önce aydınlar ve Türk Ocakları öncülük etti. Erkek giyiminin modernleştirilmesinin yanı sıra daha 1920’lerin ikinci yarısında yerel basında çarşaf ve peçe aleyhine yazılar çıkmaktaydı. Hatta Trabzon İl Genel Meclisi 11 Aralık 1926 tarihinde peçenin kaldırılması kararını almış ve durumu valiliğe bildirmişti. Bunun dışında alınan birkaç İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisi kararı yaygınlaştırılamadan 1930’lara gelinmişti.
5 Aralık 1934 tarihinde kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmesinden hemen sonra bazı belediyeler, çarşaf ve peçeyi yasaklamaya başladılar. Bu, Cumhuriyet rejiminin köktenci modernleşme idealinin bir sonucuydu. Yasaklama, sadece laiklik açısından değil, modernleşme ve milliyetçilik açısından da önem taşıyordu. Yasaklama kararı, şapkaya ilişkin düzenlemeden farklı olarak, bir yasa çıkarmadan ve yerel önlemlerle uygulanmaya çalışıldı. 1930’lu yıllar, kadınların toplumsal hayatta, eğitimde, kültürel faaliyetlerde etkinliklerinin arttığı yıllardı. Siyasal alanda ise ilk olarak kadın muhtarlar ve kadın belediye meclisi üyeleri görülmeye başladı. Kadınlar, dönemin tek partisi olan CHP’ye üye oldular ve partinin ikinci seçmenler de dahil olmak üzere yönetim kademelerinde de yer aldılar. Kadınların toplumsal hayatta (bir başka deyişle modern hayatta) etkin bir şekilde yer almalarının önünde bir engel olarak görülen çarşaf ve peçeye karşı -özellikle 1934-1935 tarihlerinde- yoğun bir kampanya yürütüldüğü görülmektedir.
Görüldüğü üzere erkekler ve kadınlar açısından iki farklı uygulamanın varlığı ortadadır. 25 Kasım 1925 tarihli Şapka İktisası Hakkında Kanun ile erkekler şapkadan başka başlık takamayacaklardı. Buna ilişkin kitlesel muhalefet hareketleri İstiklal Mahkemeleri aracılığı ile etkisiz hale getirilmişti. Dolayısıyla kentli erkekler şapka ve köylü erkekler kasket takmaktan başka çare bulamamışlardı. Oysa Amin Maalouf’un ailesine ilişkin anılarında belirttiği üzere dedesi Butros gibi başı açık dolaşmak kimsenin aklına da gelmemişti. Türk erkeklerinin başı açık dolaşması –bu biraz dünya ile de paraleldir- ancak 1950’lerden sonra yaygınlaşmaya başlayacaktır. Dolayısıyla erkekler açısından başın örtülmesi sorunu böylece ortadan kalkacaktır. Kadınlar açısından ise süreç tamamıyla farklı bir noktada gelişecektir. Hem bir yasal düzenleme yoktur, hem de sorun yerel önlemlerle çözülmeye çalışılmıştır (Belediye ve İl Genel Meclisi kararları ve para cezalarıyla). Burada amaçlanan kadının başı açık olarak gezmesi değildir; sorun, kadınların çarşaf ve peçe giymesidir. Geleneksel ve ortaçağ kıyafeti olarak görülen, milli olmayan bir kıyafet olarak değerlendirilen çarşaf ve peçe yerine kadınların başörtüsü takmaları ve manto giymeleri istendi. CHP’nin kültür kuruluşu olan Halkevleri yoksul kadınlar için düzenlediği yardım kampanyalarıyla onlara manto hediye etti. İstenen çarşaf ve peçenin giyilmemesiydi; başın örtülmemesi değil. Sonuç olarak Cumhuriyeti kuranların örtünmeyle değil, geleneksel bir kıyafet olan çarşaf ve peçe ile sorunu vardı.