Kıbrıs, 1571 yılında Sokullu Mehmet Paşa’nın sadrazamlığı döneminde fethedildi. 1878 yılında Kıbrıs, Osmanlı Devleti tarafından tek bir kurşun atmadan İngilizlere verildi. İkili anlaşmayla 307 yıllık Türk/Osmanlı egemenliği sona erdi. Bunun karşılığı olarak İngilizler, Rus yayılmacılığına karşı Osmanlı’yı koruyacaklardı. Bu tarihten sonra Kıbrıs uluslararası bir sorun haline geldi. Birinci Dünya Savaşı başladığında ise İngilizler, Kıbrıs’ı tamamen ilhak ettiler ve sömürgelerinin arasına kattılar. Cebelitarık’tan Süveyş’e kadar tüm Akdeniz’in denetimini ellerine tutan İngilizlerin Batı Akdeniz’de Malta ve Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ta da hakimiyetleri vardı. Birinci Dünya Savaşı sonunda Yunanistan’ı hem İtalyanlara hem de Türklere karşı kullanan İngilizler, Megali İdea politikasını desteklese de, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı anlamına gelen Enosis’i desteklemediler. Enosis, İngilizlerin klasik denge ve dengeleme siyasetine aykırı idi ve İngilizlerin işine gelmezdi. Türkiye, Lozan’da Kıbrıs’ın İngiltere’ye bırakılmasını onayladı. Bununla birlikte Kıbrıs Lozan’da değil, II. Abdülhamit döneminde kaybedilmişti.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere sömürge imparatorluğunun tasfiyesi mikro ölçekte Kıbrıs’ta da yaşandı. Ancak, bugün de adada çatışma halen sürmekle beraber İngilizlerin adayı tam olarak terk ettiklerini söylemek mümkün değildir. Adada, ada topraklarının % 3’ünü kaplayan iki İngiliz üssü (Dikelya ve Agratur) bulunmaktadır.   

1950’lerin ortalarından itibaren İngiltere, Türkiye ve Yunanistan üçlüsünün denetiminde başlayan Kıbrıs görüşmeleri adanın Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşmesiyle sonuçlandı. Ancak bu süreçte Rumlar EOKA’yı kurarak Türkleri yıldırma hareketine giriştiler. Buna karşı olarak da Türkler, TMT’yi kurdular. Üç devletin garantörlüğü altında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1959-1960 tarihli Zürih ve Londra Antlaşmalarına dayanarak bağımsız bir devlet haline gelse de uzun ömürlü olmayacağı başından belliydi. Bunun temel nedeni Rumların Enosis politikası çerçevesinde adayı Yunanistan’a katma ve bu nedenle de Türkleri imhaya girişmesiydi. 1960’da bağımsız olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk lideri Makarios oldu. Rumlar, Türkleri etkisizleştirmek noktasında eylemlerini sürdürdüler. Türkiye, adadaki Türk azınlık nüfusunu korumak için adaya müdahale etme tehdidinde bulundu. Bu süreçte Rumlar, Türkleri ortak yönetimden uzaklaştırmak amacıyla Akritas Planını devreye soktular. Türkiye’nin adaya müdahale tehdidi Johnson mektubuyla karşılık buldu. ABD, Türkiye’nin adaya müdahalesini engellediği gibi kendisi de Türkiye’nin aslında talep ettiği müdahaleyi yapmadı. 1964’te Johnson mektubu ile İnönü başbakan olarak Türkiye’nin ABD ile olan romantik ilişkilerini sona erdirdi ve dış politikada gerçekçi bir yol benimsedi, Sovyetlerle normalleşmenin önünü açtı. Demirel de 1965’te başbakan olduğunda İnönü’nün politikasını sürdürdü. 1967’de Yunanistan’da darbeyle iktidara gelen Albaylar Cuntası da Enosis politikasını uygulamaya sokmak istedi. Demirel de buna direndi. Ancak Türkiye’nin adaya müdahale edecek, çıkarma yapacak gemisi, indirme yapacak yeterli paraşütü yoktu. Türkiye’nin bunlardan çıkardığı ders, adaya müdahale için askeri hazırlıklarını yapmaktı. Nitekim İnönü ve Demirel’in deneyimleriyle Türkiye, 1974’e hazırlandı.

Adaya müdahaleyi 1973 seçimlerinden sonra kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti yaptı. Ocak 1974’te kurulan 7-8 aylık Ecevit Hükümeti’ni tarihte ayrı bir yere oturtan da bu müdahale oldu. Hükümetin Dışişleri Bakanı Turan Güneş’ti. Mülkiye kökenli olan Güneş, Cumhuriyet tarihinin en renkli ve en sıra dışı politikacılarından biridir. Şakacı ve iğneleyici tavrıyla daha fazla tanınmayı hak eden bir isim. Onun anılarından yola çıkarak Kıbrıs Barış harekatı sürecini anlatmak istiyorum.

15 Temmuz 1974 darbesi ile Nikos Sampson Kıbrıs’ta yönetime el koydu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı Makarios’u Yunan cuntasının desteği ile devirerek yönetime el koydu. Kendisi EOKA-B örgütünün lideriydi. Rum Milli Muhafız Ordusu ile darbe yaparak Kıbrıs’ta bir Yunan Cumhuriyeti kurdu. Sampson, Kıbrıs’ta Türklere yönelik katliamların öncülerinden biriydi. Darbe olduğunda Turan Güneş, Çin’de idi. Darbe olduğunu kısa sürede öğrendi ve hemen Türkiye’ye dönüş için harekete geçti. Eşi de dahil yanındaki heyeti Çin’de bırakarak Kıbrıs Barış Harekatı’nın yapılmasından bir gün önce, yanında özel kalem müdürü ile 19 Temmuz’da Ankara’ya döndü. Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni askıya almıştı. Samspon ise tamamen ortadan kaldırarak Enosis yolunu açmıştı. Dolayısıyla Kıbrıs’ın kaderi Girit ve 12 Adalar’a benzeyecekti. Kıbrıs Barış Harekatı, Kıbrıs’ın Girit ve 12 Adalar gibi olmasını engelledi.

Adaya daha önce müdahale etme kararı alıp etmeyen/edemeyen Türkiye’nin askeri hareketliliğini ve gemilerini harekete geçirmesini Yunanlar blöf olarak algıladılar. Ancak Türkiye tüm engelleme çabalarına rağmen adaya müdahale etti. Bu, Türkiye’nin garantörlük hakkının gereği idi.

Türkiye Kıbrıs’ta bir buçuk ay içerisinde iki müdahalede bulundu. Bunlardan ilki 20 Temmuz’da gerçekleşti. Ecevit’in adını koyduğu Barış Harekatı öncesinde Ecevit, diğer garantör ülke olan İngiltere ile görüştü. 19 Temmuz’da ülkeye döndüğü harekat kararı Türkiye tek başına uygulamaya kararlıydı. Bu sırada Yunanistan’da Albaylar Cuntası iktidardaydı. Türkiye, Kıbrıs’a çıkarma yapacaktı ama Yunanistan’la da olası bir savaşa hazırlık yaptı. Türkiye, bir şaşırtma harekatı yaparak Magosa’ya değil Girne’ye çıkarma yaptı. Aslında Türkiye askeri hazırlıklarını 1964 yılından beri yapmaktaydı.

Türkiye’nin yaptığı ilk askeri harekat bekleyen bir harekattı. Her zamanki gibi Türkiye’nin blöf yaptığı düşünülmüştü. Bununla birlikte Ecevit hükümetinin yürüttüğü uluslararası diplomasi dünyadaki tepkilerini minimuma indirdi. Bunda Yunanistan’da Albaylar Cuntası’nın, Kıbrıs’ta da Sampson darbenin iktidarda olması da etkiliydi. Barış harekatının ilk kısmında bu iki yönetim de devrildi. Ecevit, barış harekatı başladığında şunları söylemişti:

"Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’a indirme ve çıkarma hareketi başlamış bulunuyor. Allah; milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük bir hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz"

Dolayısıyla Türkiye adaya barış, Yunanistan’a da demokrasi getirmiştir. Türkiye ilk harekat sırasında Girne ve civarında tutundu. Ancak Birleşmiş Milletlerin müdahalesiyle ateşkes ilan edildi ve Cenevre görüşmeleri başladı. Görüşmeler sırasında Türkiye’nin endişesi askeri birliklerinin güvenliklerinin tam sağlanamaması, dar bir alanda sıkışmış olmaları ve Kıbrıs Türklerinin güvenliklerinin tam olarak sağlanamamış olmasından endişeliydi. Görüşmeler sırasında Güneş, İngiltere Dışişleri Bakanı Callaghan ile gerilmiş, kendisine Güneş’i soran İngilizler gazetecilere “çok küstah ve terbiyesiz” demişti. Türkiye’nin ısrarı adada federasyonun kurulmasıydı, karşı taraf iki eski sistemin, iki cemaatli toplumun devamını ve Rumların baskın egemenliğini savunuyordu.  Türkiye, adada kıyıya çıkmış Türk birliklerinin etrafını BM Barış Gücü ile kuşatma çabasını da reddetmişti. Bu, yapılacak ikinci harekatın önlenmesi anlamına gelecekti. Oysa Türkiye daha operasyonunu tamamlamamıştı. Güneş durumu Cenevre’dekilere şöyle anlatıyor:

“Biz Kıbrıs’a çıktık ama, Ada’yı işgal etmek, kontrolümüz altında bulundurmak, topraklarımız genişletmek diye bir niyetimiz yoktur. Yalnız, bir konuya değinmek isterim, biz Kıbrıs’ta askeri açık hava müzesi de açmadık. Yani askerlerimiz orada müzede durur gibi duracak ve etrafında da Birleşmiş Milletler zinciri bulunacak. Buna razı olamayız.

Eğer isteğinizi kabul edersek, Türk askeri, etrafındaki Birleşmiş Milletler askerine çarpmadan bir şey yapamayacak. O zaman da Kıbrıs’a çıkmamızın bir askeri değeri kalmayacak. Bizi kapana kıstırmak ve Birleşmiş Milletler askeri ile karşı karşıya getirme planlarınızı bozmaya kararlıyız”.     

Birinci Cenevre görüşmelerinden dönerken Güneş ve heyetini karşılayanlar başında Ecevit ve hükümetteki diğer bakanlar da vardı. Ancak Erbakan karşılayanlar arasında yoktu. Bu, sonraki ayrışmanın habercisi gibiydi.

Birinci Cenevre görüşmeleri 25-31 Temmuz 1974 tarihleri arasında yapıldı. Bu görüşmelerde dünya kamuoyu Türkiye’nin lehine idi. Görüşmelerden sonuç çıkmayıp ilerleme kaydedilmeyince görüşmeler kesintiye uğradı. Bu arada Yunanistan’da iktidar değişmiş, cunta gitmiş, demokratik rejim yeniden kurulmuştu. Sampson Kıbrıs’ta devrilmişti. Bu, Rumlara ve Yunanistan’a dünyada acıma ve zsempatiyle bakmayı beraberinde getirmişti. 8-13 Ağustos 1974 tarihleri arasında İkinci Cenevre Görüşmeleri yapıldı. Türkiye halen adada sıkışmış durumdaydı ve bekleyecek gücü kalmamıştı. Dünya kamuoyunun da Türkiye lehine kazanılması gerekiyordu. Güneş ekibine CHP İstanbul milletvekili Haluk Ülman’ı da ekledi. Ülman, bildiği iki yabancı dille Türkiye lehine kulis yürütecekti. Koalisyon hükümeti olması nedeniyle MSP’den de bir milletvekili istenmiş, Erbakan Sakarya milletvekili İsmail Müftüoğlu’nu önermişti. TBMM Albümüne bakıldığında Müftüoğlu için İngilizce ve Yunanca bildiği belirtiliyor. Ancak Cenevre Konferansı süresinde Güneş’in bu bilgisi hiç hissedilmemiş ve sürekli Ülman’dan konuşulanları çevirmesini istemişti. Güneş, Yunanca yerine Rumca ifadesini kullanmış. Müftüoğlu, Çaykara doğumlu.

Güneş, Müftüoğlu için eğlenceli bir şekilde şunları anlatıyor:

“Hiç unutmam, İkinci Cenevre Konferansının son erdiği gün, Rumların Birleşmiş Milletler Binası önünde aleyhimize gösteri yapacağını haber almıştık. Bunu duyan Müftüoğlu elini arkasına attı ve bana dedi ki:

-          Hocam siz hiç merak etmeyin. Bende tabanca var. Ben seni korurum.

Ben de –aman burada tabanca teşhir etme, buralarda tabanca teşhir etmek pek iyi sayılmaz- karşılığını vermiştim.

Cumhuriyet olmasaydı... Cumhuriyet olmasaydı...

Sular durulup, aradan bir süre geçtikten sonra bir gün Şevket Kazan’la İsmail Müftüoğlu Sakarya’da, seçmenleri ile konuşurken, Müftüoğlu demiş ki:

-          Eğer bildiklerimi söylesem Turan Güneş Yüce Divana verilir. Kissenger ver diyor, Turan Güneş –başüstüne diyor. Callaghan –bunu ver diyor- Turan Güneş –başüstüne- diyor. Sonra çektim tabancayı, bir adım daha geriye gidersen seni vururum dedim.

Ya işte böyle, Cenevre’de bizi koruyacak olan tabanca, Türkiye’ye dönünce bizi vuracak tabanca oluverdi!”

Siyasette oluyor böyle şeyler deyip geçip devam edelim.

İkinci Cenevre görüşmeleri başladığında İngilizlerin ve Yunanların zaman kazanma, konferansın ertelenmesi gibi talepleri ortaya çıktı. Türk ordusunun sıkıştığı kıyı şeridinden çıkması ve Kıbrıs Türk toplumunu koruyabilmesi için bir an önce çözüme ulaşılması gerektiği ise Türkiye’nin teziydi. Güneş, Callaghan’a işlerin çıkmaza girdiği ve vakit kaybedilmemesini söyleyince, konferans koparsa siz ikinci harekata başlarsınız yanıtını aldı. Tahmini doğruydu. İngilizler bu süreçte kolonilerinden gurka diye bilinen askerleri Kıbrıs’a getirmeye başlamıştı ve Türklere gözdağı vermeye çalışıyordu. Güneş, Cenevre’de bulunan Amerikan gözlemcisine Callaghan’ın tehdidini söylemiş, bunu bize sökmeyeceğini belirtti. Amerika’nın telaşlanmasıyla Ecevit ile ABD Dışişleri Bakanı Kissinger arasında ünlü telefon diplomasisi başladı.

Bu süreçte İngilizler ve Yunanlar, federasyon tezini kabul etmiyorlardı. Yunan Dışişleri Bakanı Mavros’a göre federasyon adamın taksimi anlamına geliyordu. Rumlar da bunu istemiyorlardı. Çünkü onlar adanın tamamını istiyorlardı ve Yunanistan’la birleşmenin peşindeydiler. Görüşmeler tıkanmak üzereydi. Yunan tarafı federasyon tezini kabul etmiyor, karşı tez de ortaya koymuyordu. Ecevit ve Güneş, bunu önceden görerek görüşmelerin tıkanması karşısında aralarında bir şifre belirleme kararı aldılar. Bunu şöyle anlatıyor Güneş:

“Tam o sırada Orhan Birgit telefonla beni aradı. Kendisine, Cenevre görüşmelerinin uzun sürebileceğini o nedenle, çocuklarımın beni beklemeden tatile çıkmalarını istediğimi söyledim. Bu arada Birgit’ten kendilerine yardımcı olmasını, Marmaris Tatil Köyü’nde yer ayırtıvermesini rica ettim.

Ahizeyi kapattıktan sonra Başbakan bana döndü ve dedi ki:

-          Ben parolayı buldum.

-          Nedir?

-          Ayşe tatile çıksın.. Eğer işler kopma noktasına gelirse, burada işler uzayacak. Ayşe tatile çıksın de ben anlarım.

-          Böylece parolayı da karara bağlamıştık.

İşte bu parolanın bir de yüreğimizi hoplatan öyküsü var. Bir gün yemekte otururken Türkiye’den arandığımızı bildirdiler. Haluk Ülman telefona gitti. Dönüşünde bütün arkadaşların selamı var dedi ve bu arada ekledi.

-          Ayşe tatile gidiyormuş. Elimden çatalı bırakıvermişim.

-          Ne ne neee? diye ağzımdan acayip sesler çıktı.

Birden telaşlandım.

Ülman da telaşımın farkına varınca sordu:

-          Ne o yoksa baltayı taşa mı vurdum?

-          Yahu sen bilmiyor musun? O bizim parolamızdır.

(Nereden bilecekti? Parolayı ona söylememiştim).

-          Ayşe’nin tatile çıkacağını kim söyledi?

-          Orhan Birgit.

İşte o zaman yüreğime soğuk sular serpildi. Çünkü, parolayı Birgit de bilmiyordu. Sonradan Ülman’a parolayı söyleyince gülmekten katıldık”.

Türkiye’nin artık ikinci müdahaleyi yapmaya hazırlandığı sıralarda müzakereler de iyi gitmiyordu. İngilizler, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin görüşmelerden çekilmesini, iki cemaat liderinin baş başa bırakılmasını istiyordu. İki ayda çalışmaları kontrol edilmeliydi ve böylece zaman içinde çözüm bulunabilirdi. İngilizler zaman kazanmaya ve süreci sulandırmaya yönelmişlerdi. Türkiye’nin artık müdahale için son hazırlıkları yaptığı saatlerde Ecevit, telefonla Güneş’i arayıp son durumu sormuştu. Güneş de işlerin uzadığını söyledi ve ardından:

-          “Burada işler biraz uzayacak. Ayşe artık tatile çıkabilir”.

Artık karar netleşmişti. Ecevit, Güneş’ten görüşmeleri 13 Ağustos’u 14 Ağustos’a bağlayan gece 02.00’ye kadar sürdürmesini ve sonra bırakmasını istedi. Ecevit’le görüşme 13 Ağustos sabahı yapılmıştı. Müzakereler de sabah saat 10.00’da başlayacaktı. Güneş zaman kazanmaya çalışarak işleri nedeniyle toplantının öğleden sonraya ertelenmesini istedi. Erteleme ve uzatma konusunda gönüllü olan İngilizler ve Yunanlar bundan çok memnun oldu. Güneş heyetteki arkadaşlarıyla bölgede geziye çıktı. Şifreden ve hazırlıklardan ne heyettekilerin ne de Güneş’in yanında bulunan eşinin haberi vardı. Eşi, Ayşe’nin tatile çıkıp çıkmadığını hiçbir şey bilmeden soruyor, bu soru Güneş’i heyecanlandırıyordu.

Toplantı saat 18.00’de başladı. Güneş, Denktaş’tan müzakere toplantısı başladığında söz alıp uzun süre konuşup vakit geçirmesini istedi. Daha sonra Güneş, Türk tarafının tekliflerini tekrar İngiltere ve Yunanistan temsilcilerine iletti. Karşı tarafın ek süre taleplerini reddetti. Bunun üzerine Güneş, Türk tarafının tekliflerini geri çektiğini söyledi ve karşı tarafın teklifinin olup olmadığını sordu. Onlar tekliflerinin olmadığını söyleyince de toplantıyı Güneş bitirdi. Denktaş’ın ikinci harekatın başlayacağından haberi yoktu. Güneş kendisine söylememişti. Denktaş, ancak Güneş’in toplantıyı bitirmeye yöneldiğinde bir şeyler olduğundan şüphelenmişti. Yunan tarafı görüşmeler bitince basın toplantısı yaptı. Türk heyetindekiler –Denktaş dahil- bizim basın toplantısı yapıp yapmayacağımızı Güneş’e sordular ve şu cevabı aldılar:

“- Hayır dedim. Biz basın toplantısını sabahleyin yapacağız. Biz burada basın toplantısı yaparken, Kıbrıs’ta da silahlar patlamaya başlayacak. Garip olmaz mı?”

Güneş’in bu sözlerini duyan Denktaş, Güneş’in boynuna sarılmış, hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Kesik kesik konuşarak, “- Madem böyleydi, bari biraz çıtlatsaydın” dedi.

Böylece 14 Ağustos’ta Türkiye ikinci aşamaya geçti ve yine büyük bir başarıya imza attı. Bu başarının ardından o dönemde Ecevit’in en büyük hatası koalisyon hükümetini bozarak ülkeyi erken seçime götürmeye kalkmak oldu. Erbakan ile geçinememek haklı gerekçelere dayansa da başka bir partiyle (örneğin Demokratik Parti ile) koalisyon kurulabilirdi. Ecevit’in Kıbrıs Fatihi olmayı oya tahvil etmeye kalkması stratejik olarak büyük bir hata oldu. Eylül 1974’te hükümet dağıldı ve Mart 1975 tarihine kadar Türkiye hükümetsiz kaldı. Bu tarihte Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. Söz konusu hükümetin kurulmasının ardından 28 Haziran 1975 tarihinde Ecevit şunları söyledi:

“Makarios’u bugün Müslüman Arap ülkeleri meşru hükümet olarak tanıdıklarını ilan ediyorlar. CHP Türkiye’de hükümetteyken Kıbrıs’a dönmeye bile cesaret edemeyen Makarios şimdi Müslüman Arap ülkelerini dolaşıyor. Sırtında papaz cübbesi, Orta Doğu’nun Müslüman ülkelerine gidiyor. O Müslüman ülkelerde Erbakan’ın görmediği itibarı ona ne göstertiyor?”

Kıbrıs milli davamız olduğu kadar, beka meselemizdir. Kıbrıs’ta geçmişte yapılan hataların tekrar edilmemesini, bugün artık iki devletli çözüme odaklanılmasını, Kıbrıs’ın bağımsızlığının tanınması konusunda Türk ve İslam dünyasından adımların atılmasına yönelik gayret gösterilmesini temenni ediyorum.

Denktaş, Ecevit ve Güneş’e saygı ve sevgiyle… Denktaş, 2004’te Annan Planı sürecinde Türkiye’yi yönetenler tarafından rencide edilmişti. Zaman Denktaş’ı, Ecevit’i ve Güneş’i haklı çıkardı. O günlerden “mavi vatan” günlerine geldik. Kıbrıs da bunun merkezinde yer almaktadır. Kıbrıs Barış Harekatının 50. Yılındayız. Son derece anlamlı ve önemli tarih. Kutlu olsun.

Kaynak:

Akın Simav, Turan Güneş'in Siyasal Kavgaları, İzmir, 1975. 

Mailservice-4