Atatürk, öncelikle Türk İstiklal Savaşı’nın lideriydi. O bu savaşı, Meclis’e dayanarak yürüttü. Bu bağlamda Türkiye’de Meclis, dünyadaki diğer ülkelerdeki Meclislerden ayrı bir yapıya sahiptir. Her şeyden önce Birinci Meclis, vatan kurtaran ve devlet kuran bir Meclis’ti. 

Türk İstiklal Savaşı’nın öncelikli kısmı emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı yürütülen bağımsızlık savaşıydı. Ancak savaş, sadece bağımsızlık savaşı değildi; aynı zaman ulusal egemenlik savaşı niteliği de taşıyordu. İçeriye dönük bir mücadele de söz konusuydu.

Atatürk’ün liderliğinde kazanılan Bağımsızlık Savaşı, sonraki Uygarlık Savaşı’nın önünü açtı. Atatürk, “Halaskar Gazi” olarak uygarlık savaşını yapacak, “TÜRK” Devrimi’ni gerçekleştirecek güce ulaştı.  Bağımsızlığın sonsuza kadar korunabilmesi için Uygarlık Savaşı’nı da kazanmak gerekiyordu. Atatürk Türk Devrimi’ni 1935’te şöyle özetler:

“Uçurum kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş... Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler... İşte Türk genel devriminin bir kısa özeti...”  

İstiklal Savaşı’nın zaferle sonuçlandığı ama henüz Lozan görüşmeleri devam ettiği bir dönemde Batı Anadolu seyahati sırasında Alaşehir’de halka hitap eden Atatürk, yürütülecek uygarlık savaşının haberini vermekteydi: 

“Arkadaşlar! Bundan sonra çok önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi, bilim ve kültür zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar elde ettiği zaferler memleketinizi gerçek kurtuluşa ulaştırmış sayılamaz. Bu zaferler ancak gelecekteki zaferimiz için değerli bir zemin hazırlamıştır. Askeri başarılarımızla böbürlenmeyelim. Yeni bilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım”. 

Uygarlık Savaşı’na yönelmede Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası olan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Dumlupınar Zaferi’nin büyük etkisi vardır. Nitekim bu zaferin ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Barış Antlaşması imzalandı, Ankara başkent oldu, Cumhuriyet ilan edildi, Halifelik kaldırıldı… Tüm bu değişikliklerin ve devrimlerin ardından 30 Ağustos 1924 tarihinde Dumlupınar Zaferi’nin yıldönümünde yaptığı konuşmada Atatürk, zaferin nasıl kazanıldığına değindikten sonra uygarlık savaşına yeniden vurgu yaptı:

“Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali; bütün dünyada tam anlamı ile çağdaş bir sosyal toplum olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her toplumun varlığı, kıymeti, özgürlük ve kurtuluş hakkı, sahip olduğu öze uygun yapacağı çağdaş eserlerle mümkün olur. Uygar eser oluşturmak yeteneğinden yoksun olan milletler, hürriyet ve kurtuluşlarından ayrılmaya mahkûmdurlar. İnsanlık tarihi baştanbaşa bu söylediklerimi doğrulamaktadır. Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde bekleyenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak bilgisizliği ve dikkatsizliğinde bulunanlar, uygarlığın coşan seli altında boğulmaya mahkûmdurlar”.   

Uygarlık Savaşı’nı başarabilmek için de kendi milletinin geleceğini düşünmekten başka bir şey yapılmamalıydı:

“Efendiler! Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde giderebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz”.

Atatürk konuşmasının sonunda gençlere seslendi ve uygarlık savaşını tamamla görevinin gençlere ait olduğunu belirtti: 

Türk milliyetçiliğinin iki kurucu babasından biri: Ziya Gökalp Türk milliyetçiliğinin iki kurucu babasından biri: Ziya Gökalp

“Gençler! Cesaretimizi destekleyen ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve anlayış ile, insanlık yüksek karakterinin, vatan sevgisinin, düşünce hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.

Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz”.

Atatürk, Cumhuriyetin ilanının 10. Yılında yaptığı ünlü konuşmaya şöyle başlar: 

“Türk Milleti!

Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.

Kutlu olsun!

Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim”.

Atatürk’ün kendinde hiçbir üstün vasıf görmeyerek kendisini sadece “büyük Türk milletinin bir ferdi” olarak tanımlamasının güzelliği ve mütevazılığı hayranlık uyandırıcı… 

“Yurttaşlarım!

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir.

Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz.

Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.

Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.

Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.

Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk'üm diyene!”

Kendini değil, milletini öne çıkaran, milletini öven, milletini motive eden, uygarlık savaşında milletini teşvik eden bir liderdir Atatürk. Uygarlık Savaşı’nın başarıyla sonuçlandığı gün de milletinden tek bir beklentisi vardır (Bu konuşmanın sonuna eklediği ve sonra sildiği):

“Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: BENİ HATIRLAYINIZ!" 

Görüldüğü üzere Atatürk sadece kendi milletinden değil, uygar dünya tarafından da hatırlanmayı istemektedir. Gerçekten de dünyada kaç lider Atatürk kadar yaygın bir pozitif etki yaratmıştır? Türkiye’de bugüne kadar kaç lider Atatürk kadar dünyada saygı görmüştür? Bundan sonra herhangi bir Türk lider Atatürk’ün gördüğü saygıyı görebilecek midir? 

Atatürk Türkiye’de görmesi gerektiği kadar saygı görmekte midir? Atatürk gibi bağımsızlık savaşçısı ve uygarlık savaşçısı bir liderle kendi ülkesinde neden bu kadar kavga edilmektedir? Sağladığı bağımsızlık ve açtığı uygarlık yolu nedeniyle midir?

Atatürk’ün 10. Yıl nutkunda defalarda Türk milleti ifadesini kullanmış, Türk kimliğini ve Türk milletini öne çıkarmış, kendisini geri plana almış, yapılanları millete mal etmiş, devrimi “Türk Devrimi” olarak tanımlamıştır. Gerçekten de ümmetten, Osmanlılıktan Türk milletine geçiş yaptığımız en büyük devrimdir. Diğer taraftan 10. Yıl nutkunun pozitifliğini, Türklüğü yüceltmesini gözden kaçırmamak gerekiyor. Atatürk’ün sözünü ettiği geçmiş asırların gevşetici zihniyetini, miskinliği, uyuşukluğu kenara iterek dinamik, çalışkan ve üretken bir toplum hayal ettiği de ayrı bir gerçek. 

Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasının ardından 1923’te Atatürk’ün önümüze koyduğu üç hedef var: 

1. Ulusal egemenliği dayalı demokratik bir yönetim kurmak

2. Türkiye’yi çağdaş bir devlet haline yükseltmek

3. Hukuk devletini hakim kılmak

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girmemize rağmen 1923 hedeflerine ulaşabilmiş değiliz. Bunun için yılmadan çalışmak, Cumhuriyetin kurucularıyla ve Cumhuriyetin kurucu değerleriyle kavga etmeyi bırakmak gerekiyor. 

Türk İstiklal Savaşı’nın lideri ve Çağdaş Türkiye’nin kurucusu Atatürk’e sevgi, saygı ve şükranla…