Dünyada üç büyük devrim hareketi küresel ölçekte etki yarattı. Bunlardan birincisi Fransız Devrimi, ikincisi Sovyet Devrimi ve üçüncüsü de Türk Devrimi’dir. Türk Devrimi, diğer iki devrim hareketinden farklı olarak baştan sonra tek lider tarafından yönetildi: Atatürk. Bu noktada Atatürk, hem bağımsızlık savaşının hem de çağdaşlaşma hareketinin lideridir. Bir Ortaçağ toplumunu yok olmaktan kurtarıp bağımsızlığı sağladıktan sonra, aynı toplumun milletleşmesinin ve çağdaşlaşmasının önünü açtı. O tüm dünyada hem başarılı bir bağımsızlık savaşının lideri hem de Batı dışı bir toplumun çağdaşlaşabileceğinin öncüsü olarak saygınlık kazandı. Atatürk gibi kendi milletine bu kadar katkı yapabilen başka bir lideri bulabilmek pek de mümkün değildir. Bağımsızlığı sağladıktan sonra barışçı ve topyekun modernleşmeci yöntemleri benimseyerek, Türk milletini insanlık ailesinin saygın bir üyesi kılmak için canla başla çalıştı.
Atatürk, Cumhuriyetin 10. Yılında yaptığı konuşmada Türk milletini ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni medeni dünyanın, insanlık aleminin saygın bir üyesi kılma yolundaki çabaları vurgulamıştı. Bu her şeyden önce bir modernleşme projesiydi. Nitekim Atatürk, ortaya koyduğu hedefi şöyle özetliyordu:
“Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur”.
Geleneksel değerlerin ve tarım ekonomisinin, Ortaçağ düzeninin egemen olduğu bir toplumu dönüştürüp 20. Yüzyıla, modern aleme taşımak ve onu insanlık aleminin saygın bir üyesi haline getirmek için toplumu motive etmek, ona özgüven aşılamak gerekiyordu. Üstelik bu bir miktar hamaset içerse de, yayılmacı ve ırkçı değildi; hümanistti ve barışçıydı; diğer milletlere düşman değildi ve medeni dünyanın saygın ve onurlu bir üyesi olmaktan ve o dünyaya katkı koymaktan başka bir amacı da yoktu.
Yaşanan en büyük dönüşüm, her şeyden önce dinsel kimlikten ulusal kimliğe, ümmetten millete geçişti. Bu geçiş esnasında da köklü bir tarih vurgusuyla beraber, toplumsal motivasyon ve dinamizm aşılanmaktaydı. Bu bağlamda sözü yine Atatürk’e bırakalım:
“Çünkü,Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır”.
Otoriter ve totaliter rejimlerin yükseldiği bir dünyada Atatürk; barışı, refahı, kalkınmayı ve insanlık aleminin saygın bir üyesi olma ütopyasını, medenileşme hayalini, millete duyulan güvenle ve köklü tarihe atıf yapmakla mümkün kılmayı hedeflemişti.
“Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır”.
İşte 1919’da başlayan Kurtuluş Savaşı ile dünyanın büyük bir bölümünün sömürge olduğu dönemde sömürge milletlere örnek olan, Batı dışı modernleşme hareketlerinin ilk örneklerinden biri olarak hayranlık uyandıran Türk modernleşmesinin, Türk mucizesinin etkilerini Atatürk’ün vefatının ardından görmek mümkündür. Genel olarak Atatürk ve Atatürk’ün Türkiye’si hayranlık ve takdirle anılmaktadır.
İlginç bir şekilde en büyük takdir örneklerinden biri Yunanistan’dan gelmektedir. –İki kıtada, beş denizde- Megali İdea/Büyük Yunanistan fikrinin ateşli savunucusu ve Kurtuluş Savaşı’nda Yunan işgalinin başlatıcısı Venizelos, Atatürk’le dostluk kurmuş, geçmişin yaraları sarılmış ve Venizelos, Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday bile göstermişti. Venizelos, 1933’te Türk Devrimi’yle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştı:
“Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir… Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir”.
Atatürk’ün vefatının ardından Atina’da yayınlanan Athinaika gazetesi 12 Kasım 1938’de şu satırları yazmıştı:
“Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir”.
Yunan Ekonomi Bakanı Yorgi Pesmazoğlu, aynı tarihlerde şu özeleştiriyi yapıyordu:
“İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırıp bizi de yenince karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O’nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik”.
Messager D’Athenes, adlı Yunan gazetesi 11 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün devrimci yönüne dikkat çekiyordu:
“Çok, pek çok devrimciler görüldü. Fakat hiçbiri Atatürk’ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı”.
Atatürk, Balkan kökenliydi. Osmanlı’nın son döneminin en büyük siyasal örgütü İttihat ve Terakki de Balkanlarda doğmuştu. Balkanların kaybı imparatorluğun kaybı olmuştu. Selanik ve Manastır, İttihat ve Terakki’nin doğduğu yerlerdi; bu iki şehir, İttihatçıların kutsal kentleriydi. Yunanistan’dan sonra Balkan coğrafyasının bir başka ülkesi olan Yugoslavya’da yayınlanan Politika gazetesi, 11 Kasım 1938’de şunları yazmıştı.
“Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamının ismini yazacaktır. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye’nin yaratıcısı olmuştur”.
Balkan coğrafyasının bir başka ülkesi Romanya’da Atatürk’ün vefatının duyulmasının ardından bütün okulların tatil edildiğini öğreniyoruz. Yine “Milletimiz, en büyük Türk’ün karşısında kederli bir saygı ile eğilmektedir” denilmekteydi.
Türkiye’ye komşu bir Balkan ülkesi olan Bulgaristan’da yayınlanan Dness gazetesi, 11 Kasım 1938 Türkiye’nin köktenci modernleşme sürecine dikkat çekmekteydi:
“Hiç bir ülke, Atatürk’ün Türkiye’sinin gördüğü değişiklikleri bu kadar hızlı bir şekilde görmemiştir. Bugünün Türkiye’sinin tarihi Mustafa Kemal’in tarihidir.”
Ortadoğu dediğimiz coğrafya 20. Yüzyılın başında büyük ölçüde sömürge durumundaydı ya da manda rejimleriyle yönetilmekteydi. Mustafa Kemal’in yaktığı meşale, bu toplumlara hem bağımsızlık ve hem de çağdaş bir toplum yaratma konusunda umut ışığı olmuştu. Nitekim Mustafa Kemal’i örnek alan Tunus Devlet Başkanı Habip Burgiba şunları söylemişti (1965):
“Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemezmiyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?”
Fransa mandası altındaki Suriye’de Atatürk’ün vefatının ardından yazılan “Atatürk, tarihin her devresi için, insanlığın bir mucizesidir”ifadesi, özellikle sömürge ve az gelişmiş milletler için daha bir geçerlidir. Nitekim Şam’da yayınlanan El Eyyam gazetesi vefatının ardından buna vurgu yapmaktaydı:
“Atatürk’ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için en büyük kayıptır”.
Yine Şam’da yayınlanan Elifba gazetesi, Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi bağlamında Atatürk’ün yaşamını şöyle özetlemektedir:
“Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi. Hayatını milletinin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşta hayata gözlerini kapadı”.
Atatürk döneminde Hindistan, İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesi veriyordu. Hint Müslümanları da bunun bir parçasıydı. Bu süreçte Hindistan’dan ayrılan Pakistan’ın lideri Muhammet Ali Cinnah, 1954’te Atatürk’ün ölümünden yıllar sonra şunları söylemişti:
“Uzun bir yol aşılmış, Kemal Atatürk’ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hind Müslümanları bugünkü durumlarına hâlâ razı olacaklar mı?”
Cinnah gibi İkbal de (Pakistan’ın milli şairi) Atatürk’ün mazlum milletlere örnek olmasına vurgu yapmaktaydı:
“Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O’nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik”.
Yine İngiliz egemenliğindeki Mısır’da Atatürk’ün ölümü üzerine El Mısri gazetesi, 11 Kasım 1938’de şunları yazdı:
“Atatürk’ün yaptıkları insanoğlunun kolay kolay yapabileceği şeylerden değildir. O; büsbütün başka bir insandı”.
Aşağıdaki ifadeler de Mısır’dan… Sonraki yıllarda Mısır da bir kahraman yaratacak: Cemal Abdülnasır… Hatta Atatürk ile Nasır karşılaştırmaları da yapılacaktı. El Bela gazetesinin Atatürk ile ilgili değerlendirmesi ise şöyle:
“Türkler, Atatürk’ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar. Bursa’ya giderken trende rast geldiğim bir çocuğa İstanbul veya Ankara’dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara’yı sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: ‘Ankara’da Atatürk bulunduğu için..’ cevabını verdi.”
Afgan kralı Emanullah Han ise Atatürk için “O büyük insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük önderdi” yorumunu yapmaktaydı.
Beyrut’ta yayınlanan An Nahan gazetesi ise Atatürk’ün dehasına dikkat çekmekteydi:
“Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir.”
Atatürk’ün ardından İran’da yayınlanan Tahran gazetesinde yapılan yorum, “İslam dünyasının büyük insan yetiştirme gücünü yitirdiğini öne sürenler, Atatürk’ü hatırlamalı ve utanmalıdırlar” şeklindeydi. İran köklü devlet geleneği ile coğrafyasında Türkiye gibi farklı bir tarihe sahip iki ülkeden biriydi. Üstelik İran Şahının Türkiye ziyareti, Atatürk’le kurduğu dostluk ve Türk modernleşmesini örnek alması bilinen bir gerçektir. Atatürk’ün vefatının ardından İran’da bir ay yas ilan edilmiş, cenaze töreninin sonuna kadar ülkenin resmi binalarında ve yurt dışındaki temsilciliklerinde bayraklar yarıya indirilmişti.
İsrail Başbakanı Ben Gurion Atatürk hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştı (1963):
“Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur.”
Yüzyıllar boyunca Türklerle/Osmanlı Devleti ile çatışan Rusya’da rejim değişikliği ile birlikte Milli Mücadele’ye ve Kemalist Türkiye’ye sıcak bakma dönemi başlamıştı. Bunun konjonktürel ve ideolojik nedenleri olsa da, uzun tarihsel çatışma döneminin sona ermesi manidar ve önemliydi. “O’nun ölümü, dünya için de derinliği ölçülmez bir kayıptır” cümlesi Sovyetler Birliği’nin resmi görüşünün bir tür yansımasıydı. Yine Atatürk’ün ölümünün ardından İzvestia gazetesi Türk-Sovyet dostluğuna da gönderme yaparak şu analizi yapmıştı:
“Adı, Türk Milleti’nin millî kurtuluş savaşında ve Türkiye’nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk’ün ölümü gerek Türkiye için, gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır. Türk Milleti’nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler, zamanımızın bu örnek devlet adamının öneminden dolayı derin bir acı içindedirler.”
Bolşevik Devrimi’nin lideri Lenin 1921’de Atatürk ile ilgili şu öngörüde bulunmuştu:
“Mustafa Kemal sosyalist değildi. Fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı, ilerici, iyi düşünceli ve akıllı bir önderdir. O, soygunculara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve Sultanı da yaranıyla birlikte alt edeceğine inanıyorum”.
Uzak Doğu’da da Atatürk ilgiyle izlenmişti. Batı dışı modernliklerin ilk örneklerinden biri olan Japonya’da “Yüzyıldan beri Küçük Asya’nın çıkardığı en büyük lider” (The Japan Chronicle) yorumu yapılmıştı.
Dünyanın en köklü devlet geleneğine sahip ülkelerinden biri olan Çin’de, Atatürk ders kitaplarında halen anlatılmakta… İşte bu ülkede “Atatürk, bütün Asya kıtasının Ata’sıdır” tanımı yapıldığı gibi Çin basını da vefatının ardından “Biz Çinliler, hepimiz bu yasa katılıyoruz. Zira büyük bir milletin, çok sevilen Büyük Ata’sının ölümü, yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bizim kıtamızda ve bütün dünyada büyük bir boşluk bırakmaktadır” yorumunu yaptı. Dolayısıyla Çin’deki yorum hem emperyalizme karşı yürütülen mücadeleyi ve hem de modernleşme çabasını bir arada kapsamaktaydı.
Yine Asya’dan, Hindistan’dan parlamento heyeti başkanlığı da yapan Sucheta Kripalani “Atatürk, yalnız Türk Milleti’nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletler önderiydi. O’nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk” ifadesiyle sömürge uluslara nasıl örnek olduğuna dikkat çekmekteydi.
Atatürk’ü ve Yeni Türkiye’yi hayranlıkla izleyen ülkeler arasında elbette ki Avrupa ülkeleri de vardı. Portekiz’deki Arriba gazetesinin (1938) yazdıkları Atatürk’ün büyüklüğüne ve kendi zamanının çok ötesine de geçeceğine dair iyi bir analizdir:
“Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O’na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır”.
Atatürk’ün cenaze töreninin yapılacağı 21 Kasım 1938 günü milli yas ilan eden ve ülkenin her yerine siyah bayraklar çeken Macaristan’dan yayınlanan bir gazetenin yorumu ise şöyle idi:
“Yüzyılımızda, ‘olmayacak hiçbir şey yoktur’ şeklindeki tarihi gerçeği ispatlayan ilk adam olmuştur.”
İtalya Eski Dışişleri Bakanı C. Carlo Sforza’nın Atatürk ile ilgili değerlendirmesi Atatürk’ün Türk milleti ile kurduğu olağanüstü ilişkiye dairdi:
“Hayatının sonuna kadar milletinin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.”
İtalyan yazar F. Perrone Di San Martino, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki başarısına dikkat çekmekteydi:
“Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri değil aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı.”
Bir İtalyan gazetesi olan Gazeta Del Popolo, 11 Kasım 1938’de şunları yazmıştı:
“Atatürk’ün ölümü ile dünya büyük bir liderini kaybetti.”
İsviçre basını “Atatürk, bir medeniyet kaynağı idi” görüşündeydi. Atatürk’ün Avrupa’ya öğrenci gönderdiği ülkelerden biri de İsviçre idi. Birer kıvılcım olarak gönderilip yanardağ olarak dönmeleri istenen bu öğrenciler, İsviçre’nin Lozan Üniversitesi salonunda Lozan Türk Talebe Cemiyeti olarak tören hazırlamışlardı. Lozan antlaşmasının da imzalandığı bu şehirde yapılan törende üniversite öğretim üyelerinden Prof. Dr. Morrf şunları dile getirmişti:
“Siz Türk gençleri, bugün Büyük Şef’inizi kaybettiğinizden dolayı ne kadar ağlasanız haklısınız. Üniversite, sizin bu büyük yasınıza katılmaktadır. Atatürk’ün, bu Büyük Adam’ın hayatını burada az bir vakit içinde bildirmeye imkân yoktur. Bu dâhinin, vatanının tarihinde işgal ettiği parlak sayfaları size hatırlatmak isterim. Türkiye’yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam’ını, başımı en derin hürmetle eğerek selâmlarım.”
İsveç Başbakanı Erlander’in Atatürk hakkındaki görüşleri ise şöyle idi:
“Modern Türkiye’nin yaratıcısı Kemal Atatürk’ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç’te çok iyi bilinmektedir. Atatürk’ün liderliği altında Türkiye’nin kalkınmasını, fevkalade ileri hamlelerini hayranlıkla takip ettik. Atatürk’ün, hukuk alanında olduğu gibi, diğer alanlarda da getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp kuvvetli ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir.”
Atatürk hakkında İspanya’da yapılan yorum da dehasına yöneliktir:
“Atatürk, askeri deha ile devlet adamı filozof dehasını toplamıştır.”
Magna Carta’ya dayanan köklü demokrasi ve erken modernleşmesiyle dikkat çeken İngiltere’de yayınlanan Daily Telgraph gazetesi kadın haklarındaki ilerlemeyi ön plana çıkarmıştı:
“Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızla ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır”.
20. yüzyılın başında İngiltere’de ortaya çıkan kadın hareketi, siyasal hakları elde etmek ve eşit işe eşit ücret sağlamak için mücadele ederken Magna Carta’nın üzerinden 700 yıl geçmişti. İngiliz kadınları, Türk kadınlarından az evvel haklarını büyük bir mücadele neticesinde elde edebilmişlerdi.
Ünlü İngiliz devlet adamı Churchill’in Atatürk ile ilgili değerlendirmesi ise şöyle:
“Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Ulusu'nu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye'nin Ata'sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir”.
İngiltere’nin en köklü gazetelerinden The Times’ın yorumu tarihsel bir analiz niteliği taşımaktaydı:
“O, Türkiye'nin önceki kuşaklarından hiçbirine nasip olmayan özgürlük ve güven dolu bir hayat sağladı. Başarıları, Türkiye'nin Avrupa devleti olmasını sağladı, yakın doğunun tarihini değiştirdi”.
Fransız Başbakanı Aristide Briand 1921’de Ankara Hükümeti ile imzalanan antlaşma nedeniyle kendisine "Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla, Mustafa Kemallerle anlaştı" diyenlere Mecliste "Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve O'nun tüm askerleri burada olsalardı, teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir andlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum” yanıtını verdi.
Atatürk’ü ve Türkiye’yi yakından takip eden Fransız yazar Berthe Georges-Gaulis “Denilebilir ki onsuz, İslam alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti” görüşünü dile getirecekti.
L’Illustration dergisi (Fransa) Atatürk’ü diğer büyük liderlerle karşılaştırıp şu yorumu yaptı:
“Tarih çok büyükler gördü. İskenderler’i, Napolyon’ları, Washington’ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı”.
Avrupa’nın bir başka ülkesi olan Danimarka’nın National Tidence gazetesi, 11 Kasım 1938 tarihinde vefatının ardından “Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir” diye yazmıştı.
Bir Belçika gazetesi ise şu satırları yazmıştı:
“Türkiye’nin uluslararası ünü, prestij ve otoritesi durmaksızın yükselmiştir. Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk’tür”.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Almanya da, Türkiye’nin süreçten çıkışını ve Kurtuluş Savaşı’nı dikkatle izlemişti. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Milli Mücadele ile Sevr’i tarihin çöp sepetine atıp yerine Lozan’ı ikame eden Türkiye, Atatürk’ün liderliğinde barışçı bir politikayı benimsemişti. Almanlar ise Hitler’in liderliğinde –İkinci Dünya Savaşı’nın nedenlerinden birini de oluşturacak- bambaşka bir yolu seçmişlerdi. Bir Alman askeri dergisi şu satırları yazmıştı:
“Bir yenilginin uçurumuna düştüğü halde, ilkin neticesiz sanılan İstiklâl Mücadelesini yapan Türk Milleti, önünde saygıyla eğilmeden bu satırlara son verilemez. Zafer neşesiyle kendinden geçmiş bir diplomasinin kararını ‘hayır’ diyerek yırtmak ve yüzlerine fırlatmak örneğini biz Almanlar, Türklere borçluyuz”.
Alman Volkischer Beobachter gazetesinin ifade ettiği “Atatürk Türkiye'yi tek düşmanı kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır” cümlesi sadece Atatürk dönemi için değil, günümüz dünyası için bile geçerli bir tanımlamadır.
ABD Başkanı Franklin Roosevelt, Atatürk’ün vefatının ardından üzüntüsünü şöyle ifade etmişti:
“Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır”.
Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi Prenses Aleksandrina’nın “Atatürk, dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O’nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı’ya ders verdiğini nasıl unuturum” şeklindeki yorumu ise Atatürk’ün evrensel etkisini boyutlarını gösterecek niteliktedir.
UNESCO’nun Atatürk ile ilgili değerlendirmesi şöyledir:
“Atatürk, uluslar arası anlayış, iş birliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.”
Dünyanın birçok ülkesinde Atatürk’ün heykelinin ya da büstünün dikildiği, adının caddelere verildiği görülmektedir. Burada öncelikli olarak vurgu Atatürk’ün hümanist ve barışçı kimliğinedir. “Yurtta barış, dünyada barış” sözü sıklıkla kullanılırken, Avustralya’da Anzaklar için söylediği sözler kullanılmaktadır. Şöyle bir sıralayacak olursak:
Washington – ABD: Atatürk Heykeli
Mexico City – Meksika: Atatürk Anıtı
Havana – Küba: Atatürk Heykeli. Üzerinde “Yurtta barış, dünyada barış” yazıyor. Küba’da başka hiçbir yabancı devlet adamının heykeli bulunmuyor.
Santiago – Şili: Atatürk Rölyefi. Şu satırlar yer alıyor: “Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, vatanının fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali... Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır.”
Lima – Peru: Atatürk Büstü.
Bakü – Azerbaycan: Atatürk adının en çok duyulduğu yerlerden. Şehirde adına okul, cadde ve heykel var.
Astana – Kazakistan: Atatürk Heykeli.
Aşkabat – Türkmenistan: Atatürk Meydanı ve Heykeli.
Wakayama – Japonya: Buradaki Türk Müzesi’nin içerisinde Atatürk Heykeli bulunuyor. Heykelin üzerinde Mustafa Kemal’in imzası ve “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ifadesi yer alıyor.
Yeni Delhi – Hindistan: Bir caddeye adı verilmiş.
Budapeşte – Macaristan: Atatürk Büstü.
Bükreş – Romanya: Mustafa Kemal Atatürk Meydanı ve Atatürk Büstü var. Büstün üzerinde ise hem Türkçe hem de Romence olarak “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu” ve “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ifadelerine yer alıyor.
Amsterdam – Hollanda: Atatürk Anıtı var. Üzerinde hem Hollandaca hem de Türkçe olarak, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözü bulunuyor.
Rotterdam – Hollanda: Atatürk adı bir caddeye verilmiş.
Vise – Belçika: Bir caddeye Atatürk adı verilmiş.
Roma – İtalya: Atatürk Anıtı var ve anıtta “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözü İtalyanca olarak yazılı.
Sidney – Avustralya: Atatürk Anıtı var. Atatürk’ün Anzak askerlerinin annelerine hitaben söyledikleri anıtta yer alıyor.
Wellington – Yeni Zelanda: Atatürk adını taşıyan park ve anıt.
Albany – Avustralya: Atatürk Heykeli ve Atatürk Parkı.
Bu yazıyı şöyle bitirmek isterim:
Dünyada kaç lider Atatürk kadar yaygın bir pozitif etki yaratmıştır? Türkiye’de bugüne kadar kaç lider Atatürk kadar dünyada saygı görmüştür? Bundan sonra herhangi bir Türk lider Atatürk’ün gördüğü saygıyı görebilecek midir?
Coğrafyamızın kan gölüne döndüğü son yıllarda Atatürk’ün önemini tekrar kavrayabilecek miyiz? Çözümün bağımsızlık, milletleşme ve çağdaşlaşma olduğunu Ortadoğu toplumları ve onlara liderlik edenler anlayabilecekler mi? Onları bilmem ama milletine bağımsızlık ve uygarlık/çağdaşlık yolunu açan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin yüzüncü yılını daha büyük coşkuyla ve sevinçle kutlamayı dilerdim. Buna öncülük edecek olan iktidarıyla ve muhalefetiyle siyasal partiler olduğu kadar bizzat milletin kendisidir. Çünkü herhalde dünyada hiçbir lider Atatürk ölçeğinde kendi milletine katkı yapmamıştır. Kavranması ve idrak edilmesi dileğiyle…