Türk-İslam tarihinin en büyük devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, Batı’nın değişimi ve dönüşümü karşısında yüzyıllarca dirense de kaçınılmaz son, dağılma ve çöküş önlemedi. Bu sürecin kilometre taşları olarak 1699 Karlofça, 1774 Küçük Kaynarca ve 1878 Berlin antlaşmalarını 1918 Mondros ve 1920 Sevr izledi.
Herkesin içini karamsarlığın, umutsuzluğun kapladığı bir dönemde Akif’in Anadolu’ya geçip Milli Mücadele saflarında mücadele etmesi, canla başla didinmesi ve tepeden tırnağa milli bir motivasyon şiiri olan İstiklal Marşı’nı yazabilmesi nasıl mümkün olabildi? Akif’in bu motivasyonu nereden kaynaklanmaktaydı?
Akif ve kuşağı, 19. Yüzyılın son çeyreğinde doğan ve gözlerinin önünde imparatorluk dağılırken umutlarını yitirmeyen idealist bir kuşaktı. Atatürk de bu kuşağa dahildi. Onlar Jön Türk hareketinin devamı olan İttihatçı hareketin geniş şemsiyesi altında yer alan farklı renklerdeki, farklı ideolojilerdeki insanlardı. Ancak hepsinin ortak noktası devleti kurtarmaktı. İdealisttiler ve her şeye rağmen umut doluydular. Bu kuşağı son derece derinden etkileyen Namık Kemal’in 93 Harbi’nde uğranılan yenilgiden sonra (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) karamsar şekilde yazdığı Vatan Mersiyesi’nde ifade ettiği,
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini
Sözlerine yaklaşık 40 yıl sonra Milli Mücadele yıllarında, Namık Kemal’in etkilediği tüm kuşaklar adına Mustafa Kemal Paşa şu yanıtı verecekti:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.
Aslında Namık Kemal zaman zaman karamsarlaşsa da vatan ve hürriyet şairi olarak büyük çileler çekmiş ama şunları da söylemişti:
“Felek, her türlü esbab-ı cefasın toplasın, gelsin Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten”.
İşte Akif de, bu idealist, mücadeleci bir kuşağın mensubuydu. Yakın dönem Türkiye/Osmanlı tarihinin en örgütçü yapısı olan İttihat ve Terakki’nin İslamcı kanadındandı. İttihatçılık, örgütçülük ve mücadelecilik demekti. Akif de bunun hakkını fazlasıyla verenlerdendi.
Birinci Balkan Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlandığı, Türk tarihinin en ağır ve utanç verici yenilgilerinden biri olan bu savaş sonrasında, Beyazıt Camii’ndeki bir vaazında Balkan Savaşları yenilgisini Allah’ın kendisini toparlamayı bilmeyen topluma verdiği ilahi bir ceza olarak görmekteydi.
Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanmak üzere olduğu ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın kapıda olduğu günlerde, yazdığı iki şiir Akif’in geniş bakış açısını ortaya koymaktadır ve aslında bu iki şiir, İstiklal Marşı’nın habercisi gibidir.
Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde Akif karamsardır. Şiirlerine de yansır bu. Ancak şiirlerindeki karamsar tablo daha çok içe dönüktür. İslam dünyasının eleştirisi niteliğindedir. Bugünkü moda deyimle yaşanan sorunları “dış güçler”e bağlamaz. Muazzam bir Doğu-Batı karşılaştırması yapar. Bu muhteşem bir karşılaştırmalı tarih örneğidir. Üstelik Akif, Doğu-Batı karşılaştırması yaparken İslam üzerinden değil binlerce yıllık tarih üzerinden karşılaştırma yapmaktadır. Doğu’da uygarlığın ve dinlerin ortaya çıkışına değinirken Batı’nın aynı dönemde ilkel ve vahşi olduğuna dikkat çeker.
Akif, 1918 sonbaharında Mondros’un imzalanacağı günlerde, İslam coğrafyasında yaşanan sorunları Şark adlı şiirinde (19 Eylül 1918), “emek mahrumu günler”, “tersiz alınlar” ve “Gaza namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar” ifadelerine yer verirken, Alınlar Terlemeli adlı şiirinde (3 Ekim 1918) ise “aheng-i sa’y” (uyum içinde çalışma) çağrısı yapmakta ve “Bir yurdun alnından boşansın ter” demekteydi. Netice olarak Akif’e göre kurtuluş çaresi asırlar boyu süren tembellikten, miskinlikten kurtulup çalışmak, üretmek ve vatan için terlemekti. Kadim tarihte, şanlı bir tarihe ve büyük bir uygarlığa doğu dünyasının kaynaklık edişini –İslamiyet öncesi ve sonrası ayırmadan-anlatan Akif, Şark şiirinin sonunda umutludur: “ ‘Hayat elbette hakkımdır’ desin, dünya “değil!” derken” demektedir. Şiirin tarihi 19 Eylül 1918. Bir ay kadar sonra Mondros imzalanacaktır, yenilgi kapıdadır. İşte bu inanç ve azim Akif’e İstiklal Marşı’nı yazdıracaktır.
Halkı işgale karşı mücadeleye ikna etmek amacıyla Anadolu’nun dört bir yanında konuşmalar yapan Akif, bu konuşmalarından birinde bakın Sevr için şunları söylüyor:
“Ey cemaat, gözünüzü açınız. İbret alınız. Artık kime hizmet ettiğimizi, kimin hesabına birbirimizin boğazına sarıldığımızı anlamak zamanı sanıyorum ki gelmiştir. Allah rızası için olsun aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü böyle düşman hesabına çalışarak elimizde kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur. Şimdiye kadar düşmana kaptırdığımız koca koca memleketlerin halkı hicret (göç) edecek yer bulabilmişlerdi. Biz öyle bir akibete mahkum olursak başımızı sokacak delik bulamayız. Sevr, bizim için Avrupa’nın hazırladığı ölüm fermanıdır”…
İstiklal Marşı, Batı’ya karşı yüzyıllar boyunca üstünlük sağlamış ama sonrasında dağılma/yok olma noktasına gelmiş Türk milletinin, Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme karşı yürüttüğü bağımsızlık savaşının sembolüdür. Dönemin aydınları kurtuluşu ve geleceği gençlerde görmekteydi. Bu nesil Akif’te Asım’dır, Tevfik Fikret’te Haluk’tur… Akif’in hayali dinsel hurafelerden kurtulan, Batı’da fen eğitimi alan bir nesildi… Bu dönemin sağcısı da, solcusu da gerçekçiydi. Dış güçlere, komplolara itibar etmez; her şeyin sorumlusu olarak kendini görürdü. Çözümü de kendinde bulurdu. Onlar çözümü modernleşmekte, hatayı da kendilerinde buldular.