POLİTİKA

Siyasette Barışmayı Bilmek ve Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı

Abone Ol

Millet İttifakı içerisinde yaşanan çatlak giderildi. Masa daha güçlü bir şekilde yola devem etme kararı aldı. Demirel’in deyimiyle siyasette barışmayı bilmiyorsanız kavga etmeyeceksiniz. Barıştılar; hem de “Badel harabül Basra” yani "İş işten geçtikten sonra...” değil. Vaktinde bir barışla oldu.

Yakın dönem Türkiye tarihi siyasal kutuplaştırmaların tarihidir. Atatürk, Cumhuriyet kurulurken ters düştüğü arkadaşlarıyla 1930’lu yılar boyunca barışmaya çalıştı. Atatürk’ün barışma politikasını sonraki yıllarda İsmet İnönü de sürdürdü. Bununla birlikte sonraki yıllarda ülkeyi yöneten isimler arasında siyasal çatışmalar sonra ermedi. Bu isimler arasında Demirel ile Bülent Ecevit’i de anmak gerekir.

Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, ölümünün 5. yılı nedeniyle 5 Kasım 2011 tarihinde CHP Ankara İl Başkanlığı tarafından düzenlenen etkinlikte anılmıştı. Etkinliğe, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel ve dönemin DSP, DYP, ANAP hükümetlerinde bakanlık yapan isimlerle milletvekilleri de katılmıştı. Toplantıdaki konuşmasında Türkiye’de siyasetçilerin küs olmaması gerektiğini vurgulayan Demirel, “Bizim bir sözümüz var, ‘Barışmasını bilmeyen kavga etmemelidir’. Siyaseti kendimiz için değil halk için yapıyoruz” demişti.

İngiliz siyasetçilerden de örnek veren Demirel, “Siyasetçiler birbiri hakkında yanılabilir, ama bunlar kan davası şeklinde olmaz, gelir ve geçer” dedi ve Ecevit için de, “Biz birbirimizin değerini anlamakta gecikmiş olabiliriz ama ben Sayın Ecevit’i son Başbakan tayin ederken, onların bana karşı bakışı da böyleydi, bunun hatırlatılmasını isterim” ifadesini kullandı.

Siyasetçilerin karşılıklı olarak birbirlerini etkilediğini belirten Demirel, “Birbirimizi etkiledik, devirleri etkiledik. Sanırım 45 senelik dönemde birbirine etkileyen 2 kişi varsa muhtemelen Sayın Ecevit ile benim. Siz zannediyor musunuz ki biz birbirimizden bir şey öğrenmedik. Birbirimize en kızdığımız anlarda bile bir şey öğrenmişizdir. Merhum Ecevit kasketi giyip, mavi gömleğiyle, seçim otobüsüyle, güverciniyle yollara çıkınca Türkiye siyasetine yepyeni bir şey geldi, biz de ona uymak zorunda kaldık” görüşünü dile getirdi.

Ülkede koşullar kötüye gittiği dönemde olumsuz gelişmelere (Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü dahil) Ecevit’le birlikte karşı çıktıklarını belirten Demirel, 1973’te “Cumhurbaşkanını anlaşarak seçtik ama 80’de de seçemedik. Seçtiklerimizden kimse bahsetmez. Seçemediler diye tuttururlar. Siyaset böyledir zaten herkes kâra ortaktır” diye konuştu.

1971 muhtırası döneminde parlamentoyu açık tutmak için (muhtıranın darbeye dönüşmemesi için) elinden gelen her şeyi yaptığını belirten Demirel (benzer çabayı İnönü de göstermişti!), ancak başta Ecevit olmak üzere herkesin arkasından “şapkayı alıp gitti” dediğini hatırlattı. Demirel’in “Şapkayı bırakıp gidecek değildim ya” sözleri salonda kahkahalara yol açtı.

Demirel ile 2010 yılında Pembe Köşk’te tanıştım. CHP’li Muammer Erten, Demirel’in hemşerisiydi. Ben de Erten’in anılarını yayına hazırlamıştım. Yayınlanan kitap dolayısıyla Pembe Köşk’te yapılan tanıtma toplantısında Demirel ve Özden İnönü konuştu. Demirel, hemşerisi Erten’i, Özden İnönü de CHP’li Erten’i anlattı. Her ikisini bir arada görmek, merkez sağ siyaset ile merkez sol siyaset geleneğinin bir araya gelişini göstermesi açısından benim için son derece önemliydi.

Ülkeyi yöneten politikacıların birbirleriyle barışmaları gibi Cumhuriyetle barışmaları da gerekmektedir. Çünkü bu politikacılar Cumhuriyetin imkanları sayesinde bulundukları yerlere geldiler. Nitekim Demirel de bunu Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi’nin açılışında yaptığı konuşmada (2014) açık bir şekilde ifade etmişti:

"Bizim yaptığımız en büyük hizmet İslamköy’den bir çocuk çıkıyor, okuyabiliyor. Ben diyorum ki, ’Vatandaşım sen nerelisin?’. ’Çemişgezek’in şu köyündenim.’ ’Senin köyünden, senin çocuğundan da çıkar okur ve mühendis olur. Onunla kalmaz milletvekili olur, bakan olur, başbakan olur, cumhurbaşkanı olur.’ Ben bunu gösteriyorum. Bu cumhuriyet herkese eşit fırsatlar tanır. İşte Demirel’e tanımış. Bir köylü çocuğu.’Herkese fırsat tanınıyor bu fırsatları kullanın’ diyoruz. Bana açık olan her şey sizin çocuklarınıza da açık. Ben bunu söylemeye geldim size. Çocuklarınız ülkeniz hizmetinde rol alsınlar. Önleri açıktır, misali benim”.

Demirel nasıl Isparta’nın bir köyünde çıkarak okuyup mühendis olarak ardından devletin en tepesine kadar çıkabilmişse, benzer bir durum Kemal Kılıçdaroğlu için de geçerlidir. O da Tunceli’nin bir köyünden çıkarak Cumhuriyeti kuran partinin başına geçebilmiş, oradan da Cumhurbaşkanlığına aday olabilmiştir.

1961’de İsmet İnönü Türkiye’nin ilk koalisyon hükümetini, ilk kez sağ ile solu bir araya getirerek kurdu. Üstelik bu tarihte Menderes ve arkadaşları yeni idam edilmişti. Buna rağmen İnönü, AP ile CHP’yi bir araya getirebilmişti. Ondan 30 yıl sonra oğul İnönü (Erdal) ve Demirel birlikte koalisyon hükümeti kurdu. Yine yaklaşık 30 yıl sonra bu kez Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nda benzer deneyime öncülük ediyor. Yine burada hikayenin en kayda değer tarafı masadaki 5 sağ partinin Kılıçdaroğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı olan ilan etmesi. Ancak olay bundan ibaret değil, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını SP lideri Karamollaoğlu’nun ilan etmesi de ayrı bir önem taşıyor. Yine de benim açımdan en duygulandırıcı kısım, SP Genel Merkezi’ne Atatürk resminin asılmasıdır. Bu, SP gibi İslamcı gelenekten gelen bir partinin Atatürk ve Cumhuriyet ile barışması olarak yorumlanabilir.

Cumhuriyetin ikinci yüzüncü yılında, geniş bir toplumsal mutabakatla Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu değerleri üzerinden uzlaşmaya dayalı yeni bir toplum sözleşmesinin meydana getirilmesini diliyorum.