Sakarya Meydan Savaşı Hakkında Atatürk’ün Bir Beyannamesi

Abone Ol

Türk Kurtuluş Savaşı’nın ana cephesi Batı cephesidir. Doğu ve Güneydoğu cepheleri görece tali cepheler olarak tanımlanabilir. Batı Cephesini askeri açıdan üç döneme ayırmak mümkündür:

-          Oyalama Evresi (Kuvayı Milliye Evresi): 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in Yunanistan tarafından işgali ile başlayan bu dönem, 6 Ocak 1921 tarihinde başlayan Birinci İnönü Savaşı’na kadar devam etti. Düşmanın yıpratılmaya, yavaşlatılmaya ve düzenli ordunun kurulması için zaman kazanılmaya çalışılan dönemdir.

-          Savunma Evresi: Birinci İnönü Savaşı’nın başladığı 6 Ocak 1921 tarihinde başladı ve Sakarya Savaşı’nın kazanıldığı 13 Eylül 1921 tarihinde bitti.

o   Birinci İnönü Savaşı

o   İkinci İnönü Savaşı

o   Eskişehir-Kütahya Savaşları

o   Sakarya Meydan Savaşı

-          Karşı Saldırı/Taarruz Evresi: Sakarya Savaşı’nın kazanılması ile birlikte savunma evresi sona erdi ve karşı saldırı evresi başladı. Bu evre, tüm ülkenin kurtuluşunu sembolize eden İzmir’in kurtarılması ile birlikte sona erdi.

Sakarya Meydan Savaşı, Atatürk tarafından melhame-i kübra yani büyük ve kanlı savaş olarak tanımlanmıştı. Sakarya Meydan Savaşı, Türk Kurtuluş Savaşı’nın en önemli kilometre taşıdır. Yunan ilerleyişinin durdurulduğu, hatta 1683 Viyana’dan beri Osmanlı/Türk ilerleyişinin ilk durduğu savaştır. 238 yıllık gerileyiş Sakarya’da durduruldu. Savaş öncesinde ordu, Sakarya nehrinin doğusuna çekildi ve ama bu geri çekilme yüzyıllardır bozgun şeklinde geri çekilen ordunun belki de ilk kez bozgun şeklinde olmayan ilk kontrollü geri çekilmesiydi. Bu çekilme son çekilme oldu. 13 Eylül 1683’te başlayan gerileme, 13 Eylül 1921’de, 22 gün 22 gece süren meydan savaşının kazanılmasıyla sona erdi.

1176 tarihli Miryokefalon Savaşı nasıl ki Türklerin Anadolu’dan atılamayacağını teyit ettiyse, Sakarya Meydan Savaşı da Ankara’nın ele geçirilemeyeceğini, Türklere Sevr’in kabul ettirilemeyeceğini gösterdi. Yunan ordusunun Anadolu içlerine sürüklenerek, Anadolu’nun harim-i ismetinde boğulması sağlandı.

Sakarya Savaşı öncesinde, Türk ordusu Batı cephesindeki ilk yenilgisini yaşadı. Eskişehir-Kütahya Savaşları ordunun hem Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesine, hem de Eskişehir ile Kütahya’nın kaybedilmesine yol açtı. Ordunun kontrollü bir şekilde Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi, savunma hattının geriye alınması ve ama bu hattın kırılmaması demekti. Türk’ün ateşle imtihanının yaşandığı bu savaş sırasında, dünya savaş tarihine Atatürk yeni bir strateji kattı:

"Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı (birlik), bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur".

Bu ifadeler Sakarya nehrinin doğusuna kontrollü çekilişten sonra artık geri çekilmenin ne pahasına olursa olsun durdurulması, dişini tırnağına takarak, tırnaklarını toprağa geçirerek direnmek esastı. Gerçi Ankara düşse de direniş devam ederdi. Ancak herhalde direniş hareketi çok büyük yara alırdı, toparlanmak hiç de kolay olmazdı. Bu nedenle Atatürk’ü ebedi başkomutan haline getiren Başkomutanlık Kanunu’nun (5 Ağustos 1921) ardından Tekalifi Milliye Emirleri çıkarıldı ve halkın elinde ne varsa (bakliyattan, iç çamaşırı, çarık, kesici alet, çivi, tel vs) toplandı, asker kaçaklarını önlemek için İstiklal Mahkemeleri yeniden kuruldu (7-8 Ağustos 1921).

Sakarya Meydan Muharebesi neticesinde Türk ordusu 5713 şehit verdi, 18,480 da yaralı vardı. Yunan ordusu ise 3758 ölü vermişti, 18.955 de yaralısı vardı. Sakarya Meydan Savaşı, Türk ordusunun en çok subay kaybettiği savaştır.  Hem uzun süreli meydan savaşı niteliği ve subaylar da dahil olmak üzere verilen kayıplar, Sakarya Savaşı’nın ne büyük zorluklarla sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır. Subay ihtiyacı, o kadar ileri boyuttadır ki hem subay yetiştirmeye ve hem de İstanbul’daki subayları ikna ederek Anadolu’ya getirilmeye çalışılmıştır. Büyük Taarruz sırasında ordunun kurmay başkanı olan Asım Gündüz, Sakarya Zaferinden sonra Anadolu’ya geçti. Ordunun taarruza hazırlanmasına büyük katkı sağladı.

Sakarya Zaferiyle birlikte Türk ordusu karşısında Yunan ordusuna çekilmek başka alternatif kalmadı. Ancak Türk ordusu elinde ne var ne yoksa harcadığı için, Yunan ordusunu takip edecek, taarruz edecek güçte değildi. Bu nedenle Yunan ordusu geri çekilirken Türk halkına karşı tecavüz, saldırı, katliam ve yağmalarda bulundu. Yüz binlerce insan evsiz kaldı. Türk ordusu Büyük Taarruz ile Yunan ordusunun çekilirken bir daha bunları yapmasına elden geldikçe fırsat tanımadı. Süvari kolordusu Yunan ordusunun toplanmasına ve büyük katliamlara girişmesine izin vermedi. 

Atatürk, Erzurum Kongresi öncesinde askerlik mesleğinden istifa etmişti. Dolayısıyla Sakarya Savaşı sonuna kadar askeri bir rütbesi yoktu. Sakarya Zaferinin ardından Meclis, Atatürk’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verildi.   

Savaş sırasında Başkomutan ve TBMMN Başkanı Atatürk, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Milli Savunma Bakanı Refet Bele ve Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü idi. Zaferin hemen ardından 14 Eylül’de Atatürk, millete bir beyanname yayınladı, zaferi duyurdu ve varını yoğunu vererek vatan savunmasına büyük katkı sağlayan millete teşekkür etti:

“Millete beyanname:

Kutsal topraklarımızı çiğneyerek Ankara’ya girmek ve vatanın bağımsızlığının fedakar koruyucusu olan ordumuzu yok etmek isteyen Yunan ordusu yirmi bir gün devam eden çok kanlı savaşlardan sonra Allah’ın yardımıyla mağlup edilmiştir.

Ordumuzun karşı saldırıya geçmesi üzerine yüz geri etmek suretiyle kahraman Türk askerinin süngülerinden kurtulmak isteyen düşman ordusuna geri çekilme sırasında aman verilmemiş ve mühim kuvvetleri Sakarya’nın doğusunda imha olunmuştur. Sakarya’dan geçerek şaşkın ve düzeniz Batıya doğru çekilen kısımlarının peşini bırakmayarak masum Türk milletinin hayat ve bağımsızlığına canavarca tecavüz edenlere hak ettikleri cezayı vermek için ordumuz sönmez bir azim ve kahramanlıkla görevini yerine getirmeye devam ediyor.

İstanbul’da o zaman kendisine Türk Hükümetini adını veren ve fakat yabancılara hoş görünmek gayretiyle Türk milletinin en kutsal menfaatlerini ayaklar altına alan, vatan sevgisinden mahrum birtakım yöneticilerin canice hoşgörüsünden yararlanarak İzmir’e çıkan düşman bundan önce İnönü ve Dumlupınar’da tekraren Türk azim ve imanı karşısında kahredilmiş ve mağlup edilmiş idi. Ancak bu derslerden ibret almayan ve hiçbir hakka dayanmadan kutsal vatanımıza tecavüz etmekte ısrar eden Yunanlar bu defa Kral Konstantin’in hırs ve saltanatını tatmin için memleketlerinin bütün kaynaklarını açtılar ve para, asker, malzeme konusunda hiçbir fedakarlıktan çekinmeyerek aylarca hazırlandılar. Ayrıca Doğudaki siyasi menfaatlerini korumak için masum insanların kanlarının dökülmesini arzu eden bazı aciz dostlarının gizli yardımlarına, teşviklerine dayandılar. Bu şekilde meydana getirdikleri düzenli ve donanımlı büyük bir ordu ile pervasızca Anadolu içlerine saldırdılar ve düşünmediler ki: Türklerin vatan sevgisiyle dolu göğüsleri kendilerinin melun ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir. Gerçekten milletimiz düşmanın hazırlıklarına karşılık hiçbir fedakarlıktan çekinmedi, ordumuzu takviye için para, insan, silah, hayvan, araba ve özetle her ne lazımsa büyük bir istekle verdi. Avrupa’nın en mükemmel silahlarıyla donatılmış Konstantiniye ordusundan, ordumuzun donanım itibarıyla geri kalmaması ve hatta ondan üstün olması gibi inanılmaz bir mucizeyi Anadolu halkının fedakarlığına borçluyuz. Milli amaç uğrunda milletin fertlerinin kişisel menfaatlerini yok sayarak gösterdikleri harikalar, torunlarımızın ve soyumuzun sonsuza dek gurur kaynağı olacaktır. Bu genel çabalar sayesindedir ki: Ordumuz ölümü hiçe sayarak hiçbir dakika tereddüt etmeyerek yüksek bir manevi kuvvetle düşmana saldırdı. Canımızı ve namusumuzu almak üzere Haymana ovalarına kadar gelen düşman askerleri esir düştükleri zaman yüce gönüllü askerlerimizden ilk olarak bir parça ekmek istemeleri, mağrur düşmanlarımızın akıbetini gösteren manidar bir durumdur. Bu derece fedakarlık hissi ile topraklarımızı savunan milletimiz ne kadar gurur duysa haklıdır.   

Bağımsızlık mücadelemizde yardımını Türk milletinden esirgemeyen Cenab-ı Hakka şükretmeyi asla unutmayalım. Bizler esasen meşru olan davamızda Allah’tan hiçbir zaman ümidimizi kesmedik. Hiç kimsenin hakkına tecavüz etmek istemediğimiz gibi diğerleri tarafından hayat hakkı ve bağımsızlığımıza saygı gösterilmesinden başka talebimiz yoktur.

Milli sınırlarımız içerisinde yabancı müdahalelerden uzak olarak her medeni millet gibi hür yaşamaktan başka amacı olmayan Türk milletinin meşru hakkı, sonunda insanlık ve medeni alem tarafından tanınacaktır. Ancak silahlarımızı amacımız tamamen elde edildikten sonra bırakacağımızdan pek yakın olan bu ana kadar bütün milletimizin eskisi gibi azami derece gayret ve fedakarlık göstermesini dilerim.

Cenab-ı Hakk vatanımızı her türlü bela ve kötülüklerden koruma noktasında yardımını devam ettirsin. Amin.  

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Başkumandan”

Ceyhun Atuf Kansu, Sakar Meydan Savaşı’nın önemini ve sonrasında olacakları şöyle anlatır:

“O düşman orada durdurulacaktır.

Bu düşman asıl düşman

Ortaçağ karanlığı, örten insanlarımızı,

Süngüleriyle özgür aklımızın

Yurdumuzun üzerinden kaldırılacaktır”.

Sakarya Meydan Savaşı, yüzyıllar süren geri çekilmeye ve yenilgiler zincirine son vermiş, kazanılan zafer Büyük Taarruz’un önünü açtığı kadar, çağdaş Türkiye’nin, Cumhuriyetin habercisi olmuş, Atatürk’ün ebedi başkomutan ve ebedi lider olmasını sağlamıştır.