Napolyon modern Avrupa tarihinin en önemli figürlerinden biri. Fransa’nın devrim ateşini bütün Avrupa’ya yayan isim. 1769 doğumlu bir Korsikalı. Ridley Scott’un Napolyon filmi, Napolyon üzerine ilk film değil elbette. Hakkında yazılan biyografilerin ve çekilen filmlerin haddi hesabı yok. Bu ay gösterime giren filmin yapımcısı İngiliz. Bunun ne önemi mi var? İngilizlerle Fransızlar birbirlerini pek sevmezler, tarihsel rekabetleri bir hayli fazla. Ortaçağ sonlarından itibaren birbirleriyle savaştıkları gibi sömürgecilik sürecinde de birbirleriyle rekabet ettiklerini belirtelim. 14.-15. Yüzyıllardaki 116 yıl süren Yüz Yıl Savaşı bu noktada anılmalıdır. Hatta ondan önce Magna Carta’ya (1215) yol açan süreç de İngiltere-Fransa savaşında İngiltere kralı John’un yenilmesiyle ilgilidir. Sömürgecilik çağındaki İngiliz-Fransız rekabetinde ağır basan İngiltere’dir. Nitekim 7 Yıl Savaşları (1756-1763) İngiltere’nin lehine oldu. 13 koloninin (ABD) İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesini Fransa canı gönülden destekledi. Bu desteğin getirdiği mali yük, Fransız Devrimi’ne yol açan nedenlerden biriydi. Yakın tarihte ise Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle’ün iki kere İngiltere’nin AB (o zamanki adıyla AET) üyeliğini veto ettiğini de hatırlamak gerekir.
Bir İngiliz’in Napolyon filmi çekmesi, Yunan’ın Atatürk filmi çekmesi gibi bir şey. Napolyon, Fransız devrim ateşini Avrupa’ya yayarken yine karşısında İngiltere’yi buldu. Fransa’ya giderseniz, bir Fransız’a İngilizce bir şeyler sorduğunuzda anlasa bile cevap vermediği sıklıkla söylenir. Öteki üzerinden bir milli kimlik inşası söz konusu. Örneğin 15 yıl süren Napolyon Savaşlarının (1800-1815) en önemli kilometre taşlarından biri Trafalgar Deniz Savaşı’dır (1805). Amiral Nelson komutasında yer alan İngiliz donanması, Fransız-İspanyol donanmasını ağır bir yenilgiye uğrattı. İngilizler tek bir gemi bile kaybetmezken Fransız-İspanyol donanması büyük ölçüde kayba uğradı. Nelson, savaşın sonunda öldü. Onun heykeli Londra’nın merkezindeki ünlü Trafalgar Meydanı’ndaki devası sütunun üzerinde Amiral Nelson’un heykeli yer alır. Londra’nın en güzel, en ünlü meydanlarından birinde İngilizler Fransızları yenilgiye uğratan amirallerinin heykelini gururla diktiler. Milli kimlik inşası, önemli ölçüde tarih üzerinden ve zaferlerle yapılıyor. Londra yakınlarındaki Windsor Kalesi, İngiliz kraliyetinin birkaç önemli ikamet yerinden biridir. Buranın devasa bir salonu var, yıllar önce gittiğimizde salon duvarlarında Trafalgar deniz zaferine dair sayısız tablo vardı. Mesela burada Fransız cumhurbaşkanını ağırlamak eğlenceli olurdu herhalde.
Film, elbette Napolyon biyografisi ve belgeseli niteliğinde değil. Josephine ile olan aşkı üzerinden belli dönüm noktalarından söz ediliyor. Devrim karşıtı isyanlar karşısında devrimden yana tavır alması önemli giriş sahnelerinden. Ancak burada Napolyon’un devrimci kimliğini değil pragmatik ve kendi merkezli yapısını görmekteyiz. Filmin son sahnelerinden birinde ifade ettiği, “Sadece görkemli bir Fransa istemiştim...” cümlesi, aslında Napolyon’un o görkemi kendisi için istediğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Fransa’nın devrim ateşini tüm Avrupa’ya yaymasını sağlayan Napolyon’un hızını kesen ve devrim ateşini söndüren İngilizler ve Rusya kışı oldu. Savaş tarihine hız kavramını katan, bilinemezlik yaratan Napolyon’u çözen Dük Wellington oldu Waterloo’da (1815). İngiltere-Prusya ordusu Napolyon için son noktayı koydu ama aslında sonun başlangıcı Rusya seferiydi (1812). Aynı son, 130 yıl sonra yine Rusya kışında Hitler için de geçerli olacaktır.
Napolyon ile Enver Paşa arasında bir takım benzerlikler bulmak mümkün. İkisi de genç yaşta ve çok hızlı yükseldiler. Napolyon-Josephine aşkı ile Enver Paşa-Naciye aşkı arasında benzerlikler kurmak mümkün. Enver Paşa’nın mikro düzeyde Napolyon’a benzediğini söylemek mümkün. Sarıkamış yenilgisinin Napolyon’un Rusya seferindeki yenilgisine benzemesi gibi. Birinin Naciye diğerinin Josephine ile mektuplaşmaları bu süreçte… Birinde Osmanlı ordusu kış koşullarında on binlerce kayıp verdi, diğerinde Fransız müttefik kuvvetleri yüz binlerce kayıp verdi. Fransızlar, Napolyon’un ardından bütün gücü tek adama vermemeyi öğrendi. Ancak de Gaulle ile beraber Napolyon modern Fransa’nın kurucu babalarından biri olarak tanımlanabilir. Napolyon, yaptığı yasal düzenlemelerle Fransa’da feodal kalıntıları ortadan kaldıran, modern hukuk sisteminin temellerini atan isimdi aynı zamanda. Bugün Fransızlar Napolyon ile kavga halinde değil. Oysa bizde durum öyle değil. Bizim kadar kurucu babaları ile halen kavgalı olan başka ülke yoktur diyebiliriz.
Napolyon ile Enver Paşa macera adamıydılar. Hayalleri genişti.
II. Abdülhamit aşırı ürkek, Enver Paşa aşırı ve hesapsız cesurdu. Enver Paşa, cesareti itibarıyla Napolyon'a benzer. Ancak Napolyon'un askeri başarıları Enver Paşa’da yoktur. Mustafa Kemal Atatürk ise ayakları yere basan, bir hesap kitap ve strateji adamıydı. Ağustos 1923’te İsmet Paşa, TBMM’de Lozan Antlaşması’nın onaylanmasına ilişkin görüşmeler yapılırken, “Harekâtı Milliye’nin hiçbir safhasında hesapsız bir karar ve hesapsız bir cüret yoktur” değerlendirmesini yapmıştı. Bu, gerçeğin ta kendisiydi.
1922 yılında, Büyük Taarruz öncesinde İngiliz general Towsend ile görüşen Atatürk, Towsend’in kendisini Napolyon’a benzeten ifadesini reddederek şu değerlendirmeyi yapmıştı (Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk, Aksoy Yay., İstanbul, 2000, s. 68):
“Napolyon, arkasına çeşitli milletlerden insanları arkasına toplayarak macera aramaya çıktı. Bunun içindir ki, yarı yolda kaldı. Ben kendi milletimden kardeşlerimle vatanı kurtarmak davası yolundayım. Ve hiç kuşkusuz başaracağım”.
Mahmut Esat Bozkurt ise Atatürk İhtilali adlı kitabında (Kaynak Yay., İstanbul, 2003, ss. 85-86) şunları söylüyor:
“Napolyon büyük Fransız İhtilali içinde, ateşten bir Fransa buldu. Bu Fransa’nın ruhunu Danton’un, Robespierre’in, Camil de Moulin’in vs. ruhu yanıyordu. O, bu ruhun üzerine baykuş gibi kondu. (…)
Napolyon’un sonuna bakalım: Ne yaptı, ne oldu?
Önce, ateş gibi Fransız kanını Moskova’nın buzlarında dondurdu. Ve Vaterlo’da, Baltık’tan Akdeniz’e kadar uzanan Fransız İmparatorluğu’nu Saint Helen adasıyla trampa etti.
Atatürk, yoğu var etti”.
Bu karşılaştırmalar da açık bir şekilde gösteriyor ki Atatürk ile Napolyon’u karşılaştırmak pek mümkün değil. Napolyon maceracı ve hayalci iken Atatürk gerçekçi idi. Napolyon kendi şahsi gücü, kudreti, görkemi peşinde iken Atatürk, vatan kurtarmanın ve yeni bir devlet kurmanın peşindeydi. Napolyon keyfi bir savaşçı iken Atatürk “vatan savunması için olmadıkça savaş cinayettir” diyen adamdır. Napolyon, Fransız cumhuriyetine imparator olurken, Atatürk saltanatı kaldırıp cumhuriyet ilan etti.
Enver Paşa inandığı hareket için, İttihatçılık için canını verecek kadar cesurdu. Örgütçüydü. Ondaki örgütçülük bütün İttihatçı kadrolarda da vardı. Bu kadrolarda idealizm ve vatanseverlik gerçekten çok yüksekti. Ancak yapıcı/kurucu/onarıcı karizmatik liderlik başka bir şeydi. İttihatçı kökenden gelen Muhittin Birgen Enveri Paşa’yı şöyle tanımlar:
“Kahramanca ölmesini bilen, kendisi gibi başkalarını da ateşe atmaktan çekinmeyen Enver, hakikaten bir enerji timsali idi. (…) Ne yazık ki bu enerjiyi çok küçük ve dar bir kafa ile idare etti. O kafa, bu enerjiyi daima yanlış yollara ve talihsizliklere sürükledi. Son sergüzeşti ne taraftan bakılsa hata idi. (…) Günümüz dünyasının cihangir yetiştirmeye müsait olmadığını bilmemek bir hata idi. (…) Bolşeviklerle yaptığı uzlaşmaya uymayarak onlara karşı verdiği sözü tutmaması daha büyük hata idi” (Aktaran, Osman Selim Kocahanoğlu-Hüseyin Cahit Yalçın, İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Pankuş Yay., Ankara, 2023, s. 63).
Enver Paşa, Sakarya Savaşı’na kadar –Sovyet desteği ile- Anadolu’daki hareketin başına geçmek için Kafkasya’da bekledi. Sakarya Savaşı kazanılınca, Orta Asya’ya gitti ve orada şehit oldu. Aslında Enver’in macerası, kendine yaraşır bir şekilde sona erdi; hesapsız bir cesaret ve kahramanca… Şüphesiz o kuşak, cesur, idealist ve vatanseverdi. Ola ki Enver Anadolu’daki hareketin başına geçseydi, eldekini de kaybedebilirdi. Çünkü duracağı yeri belirleme, gerçekçi olma noktasında sıkıntılıydı. Almanların tanımıyla Enver, Türk Napolyon’u idi. Atatürk’ün deyimiyle “Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurup (güneşin batışı) ihtişamıyla batmıştır. Bunun ortasını artık tarihe bırakalım!”. Atatürk’ün Enver Paşa için söyledikleri, Napolyon için de geçerli… Hepsine saygıyla…