İstiklal Savaşı, Mondros Mütarekesi sonrasında paylaşılmaya girişilen Türkiye’nin ölüm kalım mücadelesi idi. 1918-1922 yılları arasını kapsayan bu mücadele, zorlu bir savaşımın ardından başarıya ulaştı. Mondros’un yerini Mudanya, Sevr’in yerini Lozan aldı.
Elde edilen zafer neticesinde önce Mudanya’da ateşkesi, Lozan’da barışı sağladık. Bu barış onurlu bir barıştı. Sevr’deki gibi aşağılayıcı ve yok edici bir barış değildi. Mudanya’da masa başında savaşmadan Trakya’yı kazandık. Lozan’da savaşmadan 5 yıldır işgal altında olan başkent İstanbul’u kazandık. Devletin başkentinin işgal altında olduğu süre tam olarak beş yıldı. Burayı savaşmadan aldık. Mudanya’da ise savaşmadan yine önceki Osmanlı başkenti Edirne’yi Yunan’dan aldık. Savaşarak eski Osmanlı başkenti Bursa’yı aldık. Osmanlı’yı yüceltme adına İstiklal Savaşı’nı, Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını küçümsemeye kalkanların toplumu yanıltmasına izin vermememiz gerekir. Osmanlı da Cumhuriyet de bizimdir. Biri diğerinin rakibi, düşmanı değildir; ikisi de tarihimizin parçasıdır.
Milletlerin tarihinde zaferler, fetihler olduğu kadar yenilgiler, kayıplar ve kurtuluşlar da vardır. Nitekim bizim de öyledir. Oysa önceki yıllarda TBMM eski başkanlarından biri, "Şehirlerin kurtuluş yıldönümleri kutlanıyor. Kesinlikle karşıyım. 2 Mart'ta Rize kurtulmuş, kim diyor? Yok Erzurum şu Mart'ta. Şehirlerin düşman işgalinden kurtuluşu dolayısıyla kutlama yapılmaz. 'Ben esirdim, esaretim bitti, ben köleydim' diye ikrarda bulunulmaz. Bu küçüklük kompleksi verir, bu yanlıştır, böyle şey olmaz. Fetihler kutlanır. Tarihi zengin ve engin bir milletiz biz. Biz köklü bir devletiz. Zaferlerle dolu bizim tarihimiz. İstanbul'un kurtuluşu 6 Ekim, kim demiş? İzmir'in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki. 2 Mart'ta da aynı şey var. Ruslar çekildi gitti. Çarpışmadık, dövüşmedik, vuruşmadık. Tarihi doğru dürüst niye bilmiyoruz? Övünecek büyük bir tarihimiz varken kölelikten kurtulduğumuz tarihe niye bayram diyeceğiz. Fethettiğimiz tarihe diyeceğiz” demişti.
Milletlerin tarihinde fetihler önemlidir. Ancak fetih kadar fethedilen toprağın elde kalması da önemlidir. Fethedilen, vatanın parçası kılınan yerin düşman işgaline uğraması ve ardından kurtarılması da fetih kadar önemlidir. Yoksa fethedilip sonra kaybedilen ve geri alınamayan, unutulan o kadar çok yer var ki…
Sofya, Manastır, Selanik, Belgrat, Budapeşte, Bağdat, Halep, Kahire, Mekke ve Medine gibi şehirler; Bulgaristan, Arnavutluk, Bosna Hersek, Yunanistan, Makedonya, Romanya, Sırbistan, Suriye, Irak, Lübnan, Mısır, Tunus, Cezayir gibi ülkeler; Kıbrıs, Girit gibi adalar birer birer yitirildi. Bugün bu toprakların fethedildiği ayı, günü ve yılı hatırlayan var mı? Buraların fethini kutluyor muyuz? Kaybettiğin yerin fethini nasıl kutlayacaksın ki? Fetheden kimdi? Kaybeden kimdi?
Tarihte masa başında kazandığımız pek görülmemiştir. Genellikle Lozan için masa başında kaybedildi edebiyatı yapılır. Oysa yukarıda belirttiğim gibi Lozan’da elimizde olup da masa başında kaybettiğimiz bir yer yok. Masa başında kazandığımız başkent İstanbul var. Buna alışkın olmayanlar (!) İngilizler kendiliğinden nasıl gittiler diye sorular sormakta. Masa başında Mudanya’da Trakya’yı, eski Osmanlı başkenti Edirne’yi de kazanmıştık. Dolayısıyla Türk İstiklal Savaşı’nı yürütenler masa başında kazanmaya alışkındı. Onlar bütün adımlarını hesap ederek attılar, cesaretleri de kararları da hesap işiydi. Masa başında kaybetme aranacaksa, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na bakmak gerekir. Burada Osmanlı ordusu Yunan ordusunu yenip pek çok toprak ele geçirip Atina’ya doğru gidecekken, büyük devletler tarafından durduruldu ve aldığı toprakları geri verdi. İçinden Fatih Sultan Mehmet çıkarmaya çalıştıkları II. Abdülhamit bugünkü Türkiye topraklarının iki katına yakın toprak kaybettiği gibi, ele geçirdiği toprakları da masa başında kaybetti.
Tarihin ne garip tecellisidir ki, Türk İstiklal Savaşı’na Padişah Vahdettin’le beraber ihanet eden Damat Ferit İstanbul’un Türk egemenliğine geçtiği 6 Ekim 1923 günü vefat etti. “Keşke Yunan kazansaydı” tezini benimseyenlere benzer şekilde “Keşke İngiltere kazansaydı” tezini benimseyen Damat Ferit’in kalbi İstanbul’un Kemalistlerin/Türklerin eline geçmesine herhalde dayanamadı.
Fethi kutlamak ne kadar önemli ve değerliyse, işgalden kurtuluşu kutlamak da o kadar değerlidir. Bizi biz yapar. Ernest Renan, "Millet Nedir?" adlı eserinde milletin tanımı için der ki, "birlikte acı çekmiş, sevinmiş ve birlikte umut etmiş olmak” gerekir. Bizi ortak başarılarımız kadar ortak acılarımız ve ortak acılarımızdan elbirliği ile birlikte kurtuluşumuz millet yapar. Bugün İstanbul’un fethini kutlayabiliyorsak, onu 5 yıllık işgalden kurtardığımız, daimi olarak elden çıkmasını önlediğimiz içindir. Bu noktada Osmanlı da bizimdir, Türkiye Cumhuriyeti de bizimdir. İstanbul’u fetheden Fatih de bizimdir, kurtaran Atatürk de bizimdir. İnönü’nün deyimiyle milletlerin tarihinde büyük adamlar yüzyılda bir gelmez, tarih o kadar bonkör değildir. 500 yılda bir gelir. Bunların bizim tarihimizdeki son iki örneği Fatih ve Atatürk’tür.
Sonuç olarak fetheden Fatih de bizimdir; kurtaran Atatürk de bizimdir. İkisine de sevgi, saygı, rahmet ve minnetle. Düşmana teslim eden de, İngiliz gemisine binip kaçan bizden değildir. Tarihimizin yüz karasıdır.