Lozan, Türkiye’nin yüzyıllar sonra hem savaş meydanında hem de masa başında kazandığı ender antlaşmalardandır. Hakkında 101 yıl sonra bile şehir efsanelerinin sürüyor olması sanırım bizim tarih sevgimize rağmen tarihe dair cehaletimizin çokluğu ile ilgili. 100 yıl olduğu söylendi. 101. yılındayız. Demek ki 100 yıllık değilmiş. Gizli maddeleri ve gizli protokolleri yok. Madenlerimizin çıkarılmasına Lozan engel değil. Savaş meydanında kazanıp masa başında kaybetmiş değiliz.

Türk Kurtuluş Savaşı sonunda imzaladığımız Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922) ve Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923), Mondros Ateşkes Antlaşmasını ve Sevr Barış Antlaşmasını geçersiz kıldı. Onları tarihin çöp sepetine attı. Mudanya ve Lozan, savaş meydanında kazanmanın eseridir. Mudanya’da savaş meydanında kazanmanın yanı sıra masa başında Trakya’yı savaşmadan kazandık. Lozan’da savaşmadan masa başında başkent İstanbul’u kazandık. Lozan sonrasında kazanmaya devam ettik. 1930’ların ikinci yarısında Boğazlarda tam egemenliği sağladık ve ardından Hatay Türkiye’ye katıldı.  

Tüm bunlara rağmen Lozan barış konferansı, görüşmelerin kesintiye uğradığı 1923 yılının ilk aylarında TBMM’de özgürce tartışıldı. Ardından 24 Temmuz 1923’te antlaşma imzalandıktan sonra onaylanması için TBMM gündemine geldi. İkinci TBMM’nin ilk görüştüğü konularında başında gelen Lozan Barış Antlaşması, demokratik bir ortamda eleştirel bir şekilde tartışıldı. Bu, Cumhuriyetin kurucu kültürünün demokratik temellerine vurgu yapması noktasında son derece önemli ve kayda değerdir. Aslında benzer bir demokratik tartışma 1924 Anayasası hazırlanırken de yaşandı. Lozan görüşmeleri TBMM’de Ağustos 1923’te, 1924 Anayasası ise Nisan 1924’te görüşüldü.

Halk Fırkası’nın kuruluş hazırlıklarının devam ettiği ve buna ilişkin milletvekilleriyle görüşmelerin sürdüğü bir sırada, TBMM’de Lozan Barış Antlaşması’nın onaylanmasına ilişkin görüşmeler yapıldı (21-23 Ağustos 1923). 23 Ağustos 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması, TBMM‘de onaylandı. Oylamada ret oyu (kırmızı) verenler de oldu. Halk Fırkası içerisinde yer alacak olan ve daha sonraki yıllarda önemli görevlerde de bulunan bu kişiler şunlardı: Kılıç Ali (Gaziantep), Ali Cenani (Gaziantep), Mustafa Necati (İzmir), Faik (Edirne), Şükrü Kaya (Menteşe), Hoca Esat (Menteşe), Besim (Mersin), Niyazi (Mersin), Vasıf (Saruhan), Zamir (Adana), Necip (Mardin), Faik (Tekirdağ), Yahya Kemal (Urfa) ve Şeyh Saffet (Urfa). Oylamaya katılan 227 mebustan 14’ü ret oyu verdi. Antlaşma, 213 oyla kabul edildi.

Antlaşmaya ret oyu verenler, Misak-ı Milli sınırlarının tam olarak gerçekleşmediğini; Hatay, Batı Trakya ve Musul’un ulusal sınırlar dışında kaldığını gerekçe olarak göstermişlerdi. Çoğu Türk Kurtuluş Savaşı içerisinden gelen bu isimlerin Lozan Antlaşması’na ret oyu verme gerekçeleri ve ret oyu vermeleri şüphesiz anaların ak sütü gibi haklarıydı. Ancak düşmanla işbirliği yapıp, iç ayaklanma çıkaranların, Türk Kurtuluş Savaşı’na katılmayanların, Sevr’i imzalayanlarının maddi ve manevi torunlarının Lozan’a laf etme hakkının olduğunu düşünmüyorum.

Lozan’ı Sevr ile karşılaştırdığımızda kesinlikle büyük bir başarı ve zaferdir. Misak-ı Milli sınırlarının tam olarak elde edilememesi nedeniyle eleştirilmesini de anlamak gerekir. Ancak Kurtuluş Savaşı bittiğinde ne Batı Trakya ne de Musul elimizdeydi. Elimizde olmayan toprağı alamadık. Bunun için savaşmak gerekiyordu. Ancak savaşacak gücümüz de yoktu. Kurtuluş Savaşı sonunda Trakya, başkent İstanbul, Boğazlar ve Hatay savaşmadan süreç içerisinde kazandıklarımız.

Lozan’a hayır diyen 14 milletvekilinin 4’ü kırmızı-yeşil şeritli İstiklal Madalyası sahibidir (Faik Kaltakkıran, Mehmet Esat İleri, Mustafa Necati ve Kılıç Ali). Madalyanın kırmızı-yeşil şeritli olanları Kurtuluş Savaşı’nda hem cephede savaşıp hem de TBMM’de milletvekili olanlara yönelik olarak az sayıda verildi. Dolayısıyla hep cephede hem de Meclis’te Kurtuluş Savaşı için mücadele eden bu insanların sonuçtan duydukları bir memnuniyetsizlik söz konusudur. Ayrıca söz konusu milletvekillerinden bir bölümü de kaybedilen topraklarda doğmuştu. Dolayısıyla duygusal olarak da bir itirazlarının söz konusu olduğu söylenebilir. Yine ilginç bir şekilde Lozan’a ret oyu verenlerden üçünün Lozan heyetinde görev aldığı görülmektedir (Niyazi Bey, Şükrü Kaya ve Yahya Kemal Bey).

Sonuç olarak Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin 101 yıldır barış içerisinde yaşamasını sağlayan ve sonrasındaki sorunlarını da barış ortamında çözmesine imkan sağlayan bir iklim yarattı. Cumhuriyetin kurucuları bunu bilinçli bir şekilde benimsemişlerdi. Nitekim Atatürk’ün 1931 yılında söylediği “Yurtta sulh cihanda sulh için çalışıyoruz” ifadesi bu politikanın samimi bir ifadesiydi. Yeni kurulan devletin Birinci Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında hasımlarıyla yaptığı Lozan Barış Antlaşması gibi hayati bir konu bile demokratik ve özgür bir ortamda tartışılabilmişti. Üstelik bu, sonraki yıllarda siyasal çatışma nedeni de olmamıştı. Antlaşmanın hayati önemi kadar TBMM’de görüşülmesi sırasındaki demokratik ortam ve dile getirilenler, Cumhuriyetin kurucularının zihniyet dünyasını ortaya koyması bakımından son derece anlamlıdır.

Kaynak:

Hakkı Uyar, “İkinci Meclis’te “Lozan’a Hayır” Diyen Milletvekilleri ve Siyasi Akıbetleri”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3414680  Lozan Sulh Muahedenamesi