Tam bağımsızlığı elde etmek için girişilen Kurtuluş Savaşı’nın ardından, bağımsızlığı korumak ve sürekli kılmak için çağdaşlaşma hareketine yönelen Türkiye’de bağımsızlığı sağlayan Müdafaa-i Hukuk hareketi ve çağdaşlaşmaya yönelen de Müdafaa-i Hukuk hareketinin dönüşümüyle ortaya çıkan (1923) Halk Fırkası oldu. Halk Fırkası’nın tüzüğünün birinci maddesi, ulusal egemenliğin hakim kılınması (demokrasi), Türkiye’nin çağdaş bir ülke haline getirilmesi ve her şeyin üzerinde kanunların üstünlüğünün sağlanması (hukuk devleti) amacıyla partinin kurulduğuna dikkat çekmektedir. Bu amaçları gerçekleştirmek için girişilen Kemalist modernleşme hareketi, barışçı (içeride ve dışarıda) ve laik milliyetçi politikaları benimsedi. Geleneksel kurumları tasfiye ederek yerlerine modern toplumun kurumlarını getirmeye yöneldi. Bunu yaparken bağımsızlık savaşını kazanmanın ve bu savaşın liderinin karizmasını da kullandı. Köktenci ve hızlı değişim, modernleştirici iktidarın yerini sağlamlaştırmasına da bağlıydı. Modernleştirici Kemalist önderliğin iktidarını sağlamlaştırması da öncelikle orduya egemen olmaktan ve ordunun desteğini almaktan geçiyordu. Nitekim Fevzi Çakmak’ın genelkurmay başkanı olması ve Türk Devrimi’nin köktenci eğilimlerinden rahatsız olan Karabekir, Cebesoy ve Bele gibi paşaların ordudan uzaklaştırılarak muhalefetin sivilleştirilmesi (TpCF) ve ardından siyasal yaşamın dışına çıkarılmaları buna imkan sağladı. Çakmak’ın 20 yıllık genelkurmay başkanlığı modernleştirici kadronun orduya sırtını dayamasını sağladı. Modernleştirici kadronun bir diğer önemli adımı da din adamlarını kontrol altına almaktı. Normal şartlarda Diyanetin genel idare içerisinde yer alması laiklik açısından hiç şüphesiz sakıncalıdır. Devrimler gerçekleştirilirken ordunun denetim altına alınması ve desteğinin sağlanması gibi, Diyanet de modernleştirici önderliğin kontrolüne alınarak laikleşme, laik bir milli kimlik yaratma politikalarına direnç göstermesi önlemiştir. Fevzi Çakmak’ın 20 yıllık genelkurmay başkanlığı gibi Rıfat Börekçi’nin de 17 yıllık –vefat edene kadar- Diyanet İşleri Başkanlığında kalması (1924-1941), modernleştirici önderliğin kışlanın ve camiinin desteğini sağlaması noktasında son derece anlamlıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içerisinde yer alması ve denetim altında tutulması, devrimlerin yapılmasına dinsel bir muhalefetin doğmasına engel olsa da, genel anlamda diyanetin genel idare içinde yer alırken genel bütçeden de pay alması hem Cumhuriyetin ilk yıllarında ve hem de günümüzde haklı olarak eleştirildi ve eleştirilmektedir. Bununla birlikte Tek Parti dönemine yönelik din ve laik noktasında getirilen eleştirilerin çoğu ya gerçek dışı ya çarpıtmayı içerisinde barındırır. Aslında tarihin deforme edilerek yeniden tanımlanması, yeniden çerçevelendirilmesi (reframe edilmesi) söz konusudur. Bunlardan bir tanesi tek parti döneminden Kur’an’ın yasaklandığı iddiasıdır. Yasaklanan Kur’an değildir, yasaklanan eski harflerle Kur’an’ın okunması ve öğretilmesidir. Yeni harflere alışılmasını sağlamak amacıyla bir müddet için böyle bir yasaklama olmuştur. Yine benzer bir iddia tek parti döneminde örtünmenin, başörtüsünün yasaklandığı iddiasıdır. Oysa yasaklanan örtünme ya da başörtüsü değil, çarşaf ve peçedir. Bunlar birbirinden farklı şeylerdir. Unutulmamalıdır ki Atatürk’ün Elmalı Hamdi’ye yaptırdığı Kur’an tefsiri bugün hala kullanılmaktadır ve hatta onlarca İlahiyat Fakültesi’nin olduğu bugünün Türkiye’sinde bile hala en önemli tefsirdir. Bu arada Mehmet Akif’e yaptırılmak istenen ama yarım kalan Kur’an mealini hatırlatmak gerekir. Yine Elmalı Hamdi’nin Kur’an mealini de unutmayalım.
1945 sonrasında İnönü’nün liderliğinde Türkiye’yi demokratikleştirmeye yönelen CHP’nin kendisini de demokratikleştirmesi kaçınılmaz bir zorunluluktu. Bu bağlamda CHP, devrimci bir devlet partisi olmanın dışına çıkarak halkın partisi olmaya yöneldi. Neticede izlenen politikalar daha ılımlı bir niteliğe büründü. Demokratikleşme ve normalleşme süreci laiklik politikalarında da kendisini gösterdi. Tek parti döneminin laiklik anlayışından köklü bir kopuşun olduğu söylenmelidir. Politikalardaki değişikliğin nedenleri arasında seçmeni memnun etme, DP’nin eleştirilerini göğüsleyebilme ve ümmet temelli toplumdan laik milli topluma geçiş aşamasında belli ölçüde ilerleme sağlanmış olması da sayılabilir. Tek parti döneminin laiklik politikalarında 1945 sonrasındaki yumuşama, ümmetten ulus devlete geçişte bir ilerleme kaydedildiğinin düşünülmesi ile bağlantılı olsa da, bugünkü Türkiye’de tarikatların ve cemaatlerin etkinliği bardağın boş tarafını da göstermektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurucu kadroda laikliğin ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesinin ardından bir normalleşmeye gidilmesi düşünülüyordu. 1945-1950 arasındaki dönemde din eğitimine yönelik atılan adımlar, türbelerin açılması normalleşme adımları olarak tanımlanabilirse de Türkiye’de bugün hala dinin, tarikat ve cemaatlerin elinden kurtarılamadığı gerçeği ayan beyan ortadadır. Üstelik Cumhuriyetin din merkezli toplum yapısının yerine millet merkezli topluma geçiş olarak koyduğu hedef bugün hala ulaşılmayı beklemektedir. Cumhuriyetin kurucu kadrosu dine değil, din üzerinde tarikatların ve cemaatlerin tahakkümüne karşıydı. Bu nedenle dinle birey arasında aracı olan tarikatları ve şeyhlerini etkisiz kılmaya gayret etti. Bu politika, CHP’nin din düşmanı olduğu algısını da yarattı. Oysa dönemin yönetimi, bireyin Kur’an meal ve tefsiriyle tarikatların ve şeyhlerin aracılığına ihtiyaç duymadan kendi dinini bizzat öğrenebilmesini amaçlamaktaydı. Bu politika, Kur’an’ın müminlere verdiği “oku” emriyle de örtüşmekteydi.
CHP’nin 1947 Kurultayı’nda partililerin laiklik bağlamında talep ettikleri din eğitimi ile imam ve hatiplerin yetiştirilmesinden ibaretti. Ancak bunun arkasının geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerekti. Bugün gelinen noktada Türkiye’nin seküler bir milli kimlik inşa etme noktasında halen gidilecek uzun bir yolunun olduğu açıktır. İlave olarak laiklikle ilgili sorunlar çok daha girift bir boyut kazanmıştır. Şurası bir gerçektir ki laikliğin olmadığı bir toplumda ne çağdaş anlamda bir Cumhuriyet ne de bir demokrasi mümkündür. Dolayısıyla Cumhuriyetin kurucu kültürünün dinle değil, din adına hareket etme hak ve yetkisini kendinde gören tarikat ve cemaatlerle sorunu vardır. Laikliğin işlemediği toplumlarda kadınlar başta olmak üzere tüm insanların gittiği yer Ortaçağ karanlığıdır. Cumhuriyetin aydınlanmacı politikalarının hedefi ortak laik bir milli kimlik, yurttaş ve birey temelli toplumdur.
Yerel seçimler sonrasında CHP’li belediye başkanlarının dini konulardaki tavrı dikkat çekicidir. Manisa Tarzanı Ahmet Bedevi’nin mezarı başında dua edilirken CHP Manisa il başkanının başını örtmesi, Mamak belediye başkanının Belediye Meclisi açılışında Kur’an öpmesi ve İmamoğlu’nun bayramdaki Trabzon programına Cuma namazını alması bu çerçevede sayılabilir. Anlaşılan o ki CHP yönetimi bilinçli bir şekilde partiyi daha merkeze çekmeye ve CHP’nin din karşıtı olduğu algısını değiştirmeye yöneliyor. Bunu 2028 hazırlığı olarak okumak gerekir. Diğer taraftan da CHP’nin birinci parti kalma siyasetinin bir parçası olarak görmek mümkün. 2018’de merkez sağdaki muhalefet partisi ihtiyacını İYİ Parti ile karşılamaya çalışan muhalefet partilerinin çabası son yerel seçimlerde İYİ Partinin tavrı nedeniyle sonuçsuz kaldı. Muhtemelen önümüzdeki süreçte İYİ Parti bir tabela partisine dönüşecek. Elbette olağanüstü bir gelişme olmazsa… Bu nedenle de anlaşılan o ki CHP, merkez sağdaki boşluğu kendisi doldurma niyetinde. Hani kurda sormuşlar, “ensen niye kalın?” diye, “kendi işimi kendim yaparım” misali…
Yeniden Refah Partisinin de Gelecek, DEVA ve Saadet gibi muhafazakar sağdaki partileri ortadan kaldırarak AK Partiden oy devşirmeye devam edeceği varsayılabilir. Hatırlanacağı üzere 2023’teki % 3’lük oylarını yerel seçimlerde % 6’ya çıkardılar. 2028’e daha çok var olmakla birlikte YRP’nin % 10 bandını test etmesini bekleyebiliriz ve bu şaşırtıcı olmayacaktır.
Önümüzdeki dört yılın ekonomik olarak zorlu, siyaseten renkli geçeceğini söylemek kehanet olmayacaktır. AK Partinin yaralarını sararak toparlanması kolay olmayacak. YRP, Necmettin Erbakan’ın mirasçısı olarak gücünü test edecek. Bu, AK Partiyi daha da sıkıştıracaktır. CHP ise birincilikte kalıcı olmak ve 2028’deki CB’yi belirleme yolunda azimli ve moralli olacak.