Bu gün bir kişi, sayfasında görgü kurallarını yazmış. 
Bu kurallardan bir tanesi de ‘’yemeğe davet edildiğinizde, menüdeki en pahalı yemeği ısmarlamayın’’ dır bildiğiniz gibi…

Başımdan  geçen bir anım var:

80 li veya 90’lı yıllardan birinde, yanlarında kaldığım Amerikalı ailemin çok yakın arkadaşları, İstanbul’u ziyaret etmek istemişler. Onlar da bana, 

‘’Müsaitsen onları gezdirir misin?’’ diye sordular. 

Ben de seve seve kabul edince arkadaşlarına,

 ‘’Bizim Türk kızımız İstanbul’da yaşıyor,  sizinle ilgilenecek’’ demişler.

Tonton bir karı, koca geldi. O günü Sultanahmet ve saraylarda geçirdikten sonra onları otele bırakmadan önce, teşekkür anlamında, beni ısrarla akşam yemeğine davet ettiler. Hilton’da kalıyorlar. 

O tarihte Hilton İstanbul’un en lüks, en pahalı oteli ! Orada birkaç kez çay içmiştik. O kadar!
Bir kere de,  Harbiye ‘de gezerken çok sıkışınca, otele gidip, tuvalete koşmuştum. O tuvaletin güzelliğini de hala unutamam yani!!

 Kısacası, o tarihlerde, beş yıldızlı otelde yemek yemek bizi aşardı. Eşim ve ben, 2 çocukla, hayata tutunmaya çalışan cıbıl mühendislerdik.

Neyse…

Şık bir atmosferde, çigan müziği eşliğinde, etrafımızda pervane garsonların servisi ile menülerimizi aldık.

Menü baştan sona, Fransızca, İng ve  garip bir Türkçe ile  tanıtımı yapılmış  yemeklerle doluydu!  Karşılarındaki fiyatlara baktığımda, her biri neredeyse bir aylık maaşım kadar! 

'Bir davette pahalı yemek ısmarlamak ayıptır ve görgüsüzlüktür' diye öğrenmişiz.

Belli etmemeye çalışarak, aradım, taradım, baktım, sonunda ne olduğunu  bilmesem de, en ucuz olduğunu gördüğüm yemeği garsona söyledim. 

Nasılsa böyle bir mekanda yenmeyecek bir şey olmazdı. Hem bunun parası da maaşıma yakın sayılırdı!

Garson bana garip mi baktı, yoksa huzursuzluğumdan bana mı öyle geldi bilemedim?

Beyaz eldivenli, metal düğmeli siyah ceketli o şık garson önümde eğilerek gitti.

Bir süre sonra elinde tabaklarla geldi. Önce misafirimiz hanıma servis etti. Sonra bana doğru yönlendi.

Frankfurter adını hiç duymamıştım. En ucuz diye sipariş ettiğim meğer sosismiş! Görüntü müthiş  ürkütücüydü!

Bir parça yeşilliğin yanında  2 adet en büyük boy sosis, son derece uygunsuz, sevimsiz ve şekilsiz öylece tabakta yatmaktaydı!

Ben ne sipariş ettiğimi bilmediğimden, önce, anlamsız gözlerle tabağa baktım. Pek  üzerime alınmadım ama saniyeler içinde benim siparişim olduğunu anladım .
Masadaki  çift de biraz şaşırmış gibi göründü.  
Sonrasında ben hemen  toparlandım, gülümseyerek tabağımı aldım. 

Allahtan bir kadeh de şarap söylemiştim.    

Cehaletimin izini bir nebze silmiştir  belki!