Annem BEHİRE ARSAN (Önsü ), polis komiseri bir babanın 3. Evliliğinden olan 4 kardeşten üçüncüsü olarak dünyaya gelmiş. 2 kızın ardından erkek olarak doğamadığı için, bekleyenlerin yüzlerini somurtarak başlamış hayatına. Daha oradan kaybetmiş yani…
Göbek adımı aldığım Zehra anneannem, kısa sürede hastalanıp ölünce 5 yaşında öksüz kalmış gariban. Dedemiz cimri ve aksi bir adam. Annem; tel dolabı kilitlediğini, zeytini tane ile önlerine koyduğunu anlatırdı.
Bahattin dedemiz, fakirlikten ötürü başka eş de alamayıp, 4 çocuğa bakamayınca, en küçük ikisini evlatlık vermeye kalkmış. Annem günlerce yalvarmış, gözyaşı dökmüş;
’’ Babam…Ne olur, ne olur okut beni ’.
Bereket diğer iki büyük abla, öğretmen okullarına girip, kendilerini kurtarıp, kardeşlerine de sahip çıkabilmişler.
Mahalelinin, öğretmenlerin ve ablaların yardımı ile bir şekilde ilkokulu bitirip, burs kazanıp, Çamlıca Lisesine leyli- meccani ( parasız yatılı) kapağı atmış şans eseri…
Yazları da ablalarının yanına sığınmış. Eniştesi ise kitap delisi bir adam, fevkalade kültürlü, aydın bir Türk subayı... Onu mükemmel yetiştirmiş.
Yıllarca, yüzlerce kitabı yalayıp yutmuş annem.
...
Burada, dram bitiyor gibi görünüyor.
Aslında da kısmen öyle sayılabilir.
Annem üstün başarılarla okulunu bitirip, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümündeki 4- 5 kişiden biri olarak mezun oluyor. Pedagoji ve psikoloji, uzmanlık branşları. Alman profesörünün göz bebeği. Kant’ı, Spinoza’yı, Hegel’i Schopenhauer’i , Locke’yi Almanca okuyor, çeviriyor; İngilizce, Osmanlıca öğreniyor. Mükemmel Türkçesi ile müthiş bir yazım ve hitap kabiliyeti geliştiriyor.
Ne var ki anacığımın tüm karakterine şekil veren, onun hayatını da, ruhunu da altüst eden, yüreğinde her daim fırtınalara sebep olan ve biz çocuklarının dahi zaman zaman anlayamadığımız, duygusallığının ve sevgi eksikliğinin bir kaynağı var ki; Allah kimseler vermesin!
Annem, anacığını kaybettiğinde çok küçük bir yaşta. Onu hiç hatırlamıyor. Ama en acınası olan, annesinin silik soluk da olsa, metrelerce uzaktan da olsa, bir tülün arkasında da olsa tek bir bir fotoğrafının olmayışı.
Yok!! Kimsede yok!
Benim zavallı annem yıllarca ve yıllarca, uzak, yakın tüm akrabaları, komşuları, tanıdıkları kapı kapı dolaştı, ümitsizce aradı, kilometrelerce yol gitti, onlarca albüm, yüzlerce resim karıştırdı ve hep bekledi.
‘
....Olamadı ne yazık!
''Tek bir kerecik de olsa, annemin yüzünü bana bir göstersinler sonra fotoğrafı çekip alsınlar benden... Gözümün önüne bir anne yüzü getireyim. Benim annem diyeceğim bir anne yüzü hatırlayayım, başka bir şey istemem’’ diye ömrünce hayıflandı durdu. Yazık bir hayatta, hep gözü yaşlı, gönlü tuzla buz olmuş halde yaşadı. İç çekişleri hiç bitmedi.
Annem o ciğer acısı ile, Anneler Gününde daha bir mahzun olurdu. Yarası daha çok kanar, gözleri daha çok dalardı.
....
Annemi bir Anneler Gününde kaybettim ben.
Kendi anneciğini bulmaya gitti.
Bir Anneler Günü sabahı, benim annem, minik bir kız oldu tekrar.
Bursa’da, üzerinde yamalı entarilerle, sokağında sek sek oynadığı o fakirlik kokan evine doğru… kanat takıp uçtu.
Bir ömür boyu hasretini çektiği anacığını ilk kez görmek, tanımak, koklamak için.
Ona sarılıp, ‘ANNEM! diyebilmek için..
‘’Seni ne çok özledim bilsen…’
''Meğer sana sarılmak ne güzelmiş anne...’’ diye ağlayabilmek, için.
……
Benim canım annem,
bir Anneler Gününde melek oldu.
Sevindim çok.
Hasreti sona erdi diye.
Ben… Kendi hasretime razı oldum. /REMİDE ARSAN